(Ateş'in Anlatımı)
O gece karanlık bana daha farklı geldi. Yıllardır gölgelerle yaşayan, geceleri onlarla nefes alan ben… ilk defa o sessizliğin içinde başka bir şey duydum.
Bir çağrı.
Azra'nın sesi.
Ama bu kez farklıydı. Öncekiler gibi kırık, korkuyla dolu değildi. Bu kez… bilinçliydi.
O beni çağırmıştı.
Gözlerimi kapattığımda ruhumun derinliklerine işleyen bir fısıltı duydum:
"Gel."
Ama bu kez onun sesinde korkunun yanı sıra teslimiyet vardı. Karanlığın içinde bana doğru uzanan bir el… ve ilk kez geri çekilmeyen bir adım.
Kalbim, alışık olmadığım bir hızla çarptı. İçimdeki gölgeler kıpırdandı. Onunla aramda görünmez bir bağ vardı, bunu uzun süredir biliyordum. Ama artık o bağı sadece ben hissetmiyordum. O da hissetmeye başlamıştı.
Pencerenin önüne geçtim. Şehrin üzerinde gece ağır ağır akıyordu. Sokak lambalarının ışığı titriyor, yağmurun izi hâlâ kaldırım taşlarında parlıyordu. Bir an için gözlerimi kapattım. Ve işte oradaydı.
Onun nefesini hissettim. Ellerini bana doğru uzattığını gördüm. Bu sadece bir rüya değildi. Onun zihnine, kalbine dokunuyordum. Ve en çarpıcı olan… artık o da bana izin veriyordu.
Bir gülümseme dudaklarıma yerleşti. İçimde hem karanlık bir sevinç hem de tuhaf bir huzursuzluk vardı. Çünkü bu, uzun zamandır istediğim şeydi: Onu bana bağlamak.
Ama aynı zamanda, Azra'nın beni çağırması… onun masumiyetini karanlığıma teslim edişiydi.
O an kendime sordum:
"Gerçekten bunu istiyor musun, Ateş? Onu kendi karanlığının içine çekmek mi?"
Cevap, kalbimin en derininden geldi.
Evet. Çünkü o artık bana ait olmaya başlamıştı.
Gözlerimi açtığımda yumruklarım sıkılmıştı. Tenimde onun parmaklarının hayali dokunuşu vardı. Sanki ellerimiz rüyada birleşmişti ve hâlâ o sıcaklık üzerimdeydi.
Kendi kendime fısıldadım:
"Azra… Artık sen de beni çağırıyorsun. Bundan sonra kaçış yok."
---