WebNovels

Chapter 1 - BÖLÜM 1: SESSİZ FIRTINA

PROLOG: BAŞLANGIÇTAN ÖNCE

Zamanın şafak vaktinde, isimler henüz taşa kazınmamışken, onlar vardı.

Onlar ne tapınılacak Tanrılardı, ne de toprağa karışacak fâniler.

Drasly... Kadimlerin Kadimi. Ejderhaların Atası. Saf Mananın ve Yıkımın Mutlak Efendisi.

Ve Aerya... İlk Anka. Yaşamın Nefesi ve Yeniden Doğuşun Mimarı.

Karanlık, evrenin dokusunu kemirmeye başladığında; diğer diyarlar birer birer yozlaşmanın, çürümenin ve deliliğin pençesine düştüğünde, geriye sadece bir sığınak kalmıştı.

Asgard'ın ihtişamı ve Midgard'ın bereketi tehlikedeydi.

Kozmik terazi bozulmuştu. Denge, kurban istiyordu.

Efsaneler der ki; o gün gökyüzü yarıldı.

Drasly ve Aerya, son kalan yaşamı korumak için tahtlarından, güçlerinden, hatta kendi varoluşlarından vazgeçtiler.

Bir Ejderha'nın yıkıcı gücü ile bir Anka'nın yaratıcı ateşi, uzay ve zamanın ötesinde birleşti.

Bu, bir ölüm değildi. Bu, bir dönüşümdü.

Bedenleri toz oldu, ruhları kilitlendi ve iradeleri, bugün Solgard dediğimiz o son kalenin üzerini örten aşılmaz Kozmik Bariyer'e dönüştü.

Aradan binlerce yıl geçti.

Belki de daha fazlası.

Tarihin tozlu sayfaları onları unuttu. İsimleri, çocuklara anlatılan masallara karıştı. İnsanlık, başlarının üzerindeki o görünmez kalkanın, iki kadim aşığın fedakarlığı olduğunu hatırlamıyor bile.

Bilgeler, fısıltılarında onların ruhlarının Valhelgard'ın en tepesinde, ebedi bir uykuda olduğunu söyler.

Ancak hiçbiri gerçeği bilmiyor.

Hiçbiri, o fedakarlığın aslında bitmediğini... ve o Kadim Kan'ın tamamen yok olmadığını bilmiyor.

Küllerin arasında, bir kalp hala atıyor.

Ve sessizlik, bozulmak üzere.

Ebe kadının dizleri, görünmez bir el tarafından zemine bastırılıyormuşçasına titriyordu. Kollarında tuttuğu şey, kundaklanmış bir bebekten çok, yoğunluğuyla gerçekliği büken, titreşen bir yerçekimi merkezi gibiydi.

Vael'thra malikanesinin en üst katındaki yalıtılmış doğumhanede, dışarıdaki fırtınayı bastıran, kulakları sağır edici bir basınç hakimdi. Pencereleri döven yağmurun sesi, odanın içindeki yoğun mananın ağırlığı altında boğuklaşıyor, hava cıva gibi ağırlaşıyordu. Şamdanlardaki mum alevleri fizik kurallarını reddederek yukarı doğru değil, odanın merkezindeki yatağa—o küçük bedene—doğru yatay bir şekilde bükülmüştü.

"Nefes al Elyra! Lütfen..." diye inledi ebe, ama sesi suyun altındaymış gibi boğuk çıktı. Kadın, elindeki kumaş parçalarını sıkmaktan parmak boğumlarını beyazlatmıştı.

Yatakta yatan Elyra Vael'thra, Solgard'ın en yetenekli Rün Mimarı, alnından süzülen soğuk terlerle savaşıyordu. Bedeni doğumun fiziksel acısıyla değil, rahminden çıkan o "varlığın" yaydığı saf, işlenmemiş basınçla tükenmişti. Gözlerini zorlukla araladı. İrislerinde, aşırı mana kullanımından kaynaklanan o tanıdık turkuaz parıltı—Rün Görüşü—titreşiyordu.

"Ver onu bana," dedi Elyra. Sesi, yeni doğum yapmış bir annenin şefkatinden çok, bir komutanın savaş alanındaki emri kadar keskin ve metalikti.

Ebe, kundağı titreyerek Elyra'nın göğsüne bıraktı ve hızla geri çekildi. Sanki ateşten kaçıyordu.

Oda bir anlığına dondu. Zaman, o küçük bedenin etrafında yavaşladı.

Bebek ağlamıyordu. Teni morarmamış, aksine soluk, kusursuz bir mermer beyazlığındaydı ama göğsü inip kalkmıyordu. Nefes almıyordu, çünkü kendi çekirdeğinden yayılan enerji, minicik ciğerlerinin genişlemesine fiziksel olarak izin vermeyecek kadar yoğundu.

Elyra, oğluna baktı.

Bebek gözlerini açtı.

Bir gözü, Elyra'nınki gibi soğuk, analitik ve insani bir Safir Mavisi.Diğeri ise... erimiş bir maden gibi dönen, yakıcı, kadim ve vahşi bir Altın.

Elyra, Rün Görüşü'nü o küçük bedenin içine, biyolojik sınırların ötesine odakladı. Gördüğü şey, kalbini bir mengene gibi sıktı. Bebeğin içinde, damarlarında akan şey kan değildi. Orada bir okyanus vardı. Drasly soyunun o vahşi, kontrolsüz, kıyamet getiren kızıl-altın enerjisi, bu küçücük bedeni içeriden dışarıya doğru parçalamak, yakmak ve yok etmek için çırpınıyordu.

Bir okyanusu, kağıt bir bardağa sığdırmaya çalışmak gibiydi.

"Çok fazla..." diye fısıldadı Elyra, sesi çaresizlikle değil, teknik bir tespitin soğukluğuyla çıktı. "Bu beden... bu çekirdeği taşıyamaz. Patlayacak."

Odadaki camlar, artan basınçla ÇIT... ÇIT... diye çatlamaya başladı. Pencerelerdeki buzlanma aniden eriyor, odadaki ahşap mobilyalar inliyordu. Bebeğin teninden, gözeneklerinden sızan mananın ısısıyla ince dumanlar tütüyordu.

Elyra dişlerini sıktı. Doğum yorgunluğunu, kaslarındaki titremeyi ve annelik içgüdüsünün getirdiği paniği bir kenara itti. Şimdi ağlayamazdı. Şimdi bayılamazdı. Şimdi bir Mimar olmak zorundaydı.

"Rün kalemimi ver," dedi Elyra, yatağın yanındaki abanoz masayı işaret ederek.

Ebe köşeye sinmişti, gözleri dehşetle büyümüştü. "Efendim... dinlenmelisiniz... bebek ölüyor..."

"KALEMİ VER!" diye kükredi Elyra. Sesiyle birlikte odadaki basınç dalgalandı, perdeler savruldu.

Kadın, obsidyen uçlu, ucu hala özel mürekkep ve mana ile nemli duran kalemi titreyerek uzattı. Elyra kalemi havada kaptı. Bebeği, tek bir hamlede, bir anneyi ürkütecek bir profesyonellikle yüzüstü çevirdi.

Oğlunun o savunmasız, çıplak sırtı, içeriden gelen ısıyla parlıyordu. Omurga hattı, derinin altından akkor halindeki bir demir çubuk gibi seçiliyordu. Mana damarları, derisini yırtmak üzereydi.

"Seni hapis etmeyeceğim," diye fısıldadı Elyra, kalemin sivri ucunu bebeğin ensesine, tam beyin sapının bittiği o kritik noktaya (C1 Omuru) dayarken. "Seni kendinden koruyacağım."

Elyra çizmeye başladı.

Bu, kağıda yazı yazmak değildi. Bu, Aether-Weave (Esir Dokuma) tekniğiydi. Yasaklı, unutulmuş ve tehlikeli bir sanat. Kalem her değdiğinde, bebeğin teni cızz diye ses çıkarıyor, yanık et ve ozon kokusu odaya yayılıyordu. Siyah mürekkep derinin üstünde kalmıyor, doğrudan altına, o kaynayan mana kanallarına işliyor, onları mühürlüyordu.

Bebek sessiz bir çığlıkla kasıldı. Minik sırtı yay gibi gerildi. Acı, sessizliği deliyordu ama Elyra durmadı. Eli bir makine hassasiyetiyle çalışıyordu.

Omurga boyunca inen dikey, kalın bir hat.Kürek kemiklerine yayılan, ejderha kanatlarını andıran karmaşık dağıtıcı kanallar.Ve merkezde, kalbin tam arkasında, enerjiyi döngüye sokacak kapkara, yoğun bir düğüm.

Ouroboros RÜN Mührü: Birinci Katman

Elyra son çizgiyi çektiğinde, kalem elinden düştü ve yerde tok bir sesle yuvarlandı.

Odadaki o ezici, ciğerleri patlatan, kulakları uğuldatan basınç aniden kesildi. Havadaki tüm o kaotik enerji, devasa bir girdaba kapılmış gibi bebeğin sırtındaki o taze, simsiyah ve dumanı tüten dövmenin içine emildi.

VUUUP.

Mum alevleri düzeldi. Camların titremesi durdu. Ebe, tuttuğu nefesi gürültüyle bıraktı.

Ve sonra... o ses geldi.

"INGAAAAA!"

Bebek, ciğerlerine dolan ilk soğuk havayla birlikte haykırdı. Bu zayıf bir inilti değildi. Bu, varoluşun, hayata tutunmanın vahşi, öfkeli ve meydan okuyan nidasıydı.

Elyra, başını yastığa bıraktı. Görüşü bulanıklaşıyor, manası tükeniyordu. Oğlu yaşıyordu. Ama yarattığı şeyin ne olduğunu biliyordu. Bu sadece bir çocuk değildi. Bu, insan derisine hapsedilmiş bir felaketti. Bir anomali.

"Kael..." diye fısıldadı Elyra, bilinci karanlığa gömülmeden hemen önce. Gözlerindeki turkuaz ışık söndü. "Adın Kael olsun. Küllerin arasındaki o inatçı ışık."

Dışarıda fırtına dinmişti, ama Vael'thra malikanesinin duvarları arasında, Aeyrdrasil'in kaderini değiştirecek olan o sessiz fırtına daha yeni başlıyordu.

More Chapters