WebNovels

Chapter 3 - BÖLÜM 3: KRİSTALLEŞME RİSKİ

(Elyra Vael'thra Bakış Açısı)

Üç gün.

Oğlumun doğumundan bu yana geçen süre sadece yetmiş iki saatti ama Vael'thra malikanesindeki zaman, normal bir saatin tik-taklarıyla işlemiyordu. Zaman burada, patlamaya hazır bir bombanın geri sayımı gibi ağır ve gergindi.

Gecenin kör karanlığında, elimdeki şamdanın titrek ışığıyla koridoru geçtim. Hizmetçiler fısıldaşıyordu. "Bebek çok sessiz," diyorlardı. "Sadece titriyor. Belki kolik sancısıdır, belki üşütmüştür."

Aptallar.

Onların "gaz sancısı" sandığı şey, bir nükleer reaktörün sızıntısıydı.

Kael'in odasına girdiğimde, içerideki hava cıva gibi yoğundu. Beşiğin etrafındaki sıcaklık, odanın geri kalanından en az beş derece daha fazlaydı. Şamdanı masaya bıraktım ve beşiğe eğildim.

Kael uyumuyordu. Ağlamıyordu da.

Sadece... titriyordu.

Yüzü kızarmış, alnı ateş gibi yanıyordu. Ama bu bir enfeksiyon ateşi değildi. Minik ellerini yumruk yapmış, göğsüne bastırıyordu. Nefesleri kesik kesikti; sanki ciğerlerine hava değil, sıvı cam çekiyordu.

"Çekilin," dedim dadıya. Sesimdeki metalik tını kadını ürküttü. "Bizi yalnız bırakın."

Kapı kapandığında, annelik şefkatini bir kenara bıraktım. Şu an bir anneye değil, bir Rün Mimarı'na ihtiyacı vardı.

"Rün Görüşü," diye fısıldadım.

İrislerimdeki turkuaz parıltı (Resonance Sight) aktifleştiğinde, fiziksel dünyayı geride bıraktım. Beşiğin içindeki o küçük bedeni, et ve kemik olarak değil, enerji hatları ve düğümler olarak görüyordum.

Gördüğüm şey, kanımı dondurdu.

Sırtına işlediğim Ouroboros RÜN Mührü çalışıyordu; kapasitesi %1 bile dolmamıştı. Sorun depoda değildi. Sorun, boru hatlarındaydı.

Kael'in kalbinden (Çekirdek) çıkıp sırttaki mühre giden ana Mana Kanalları, içeriden gelen o yoğun, altın rengi Drasly enerjisine dayanamayıp sertleşmeye başlamıştı. Akışkan olması gereken mana, damarların iç çeperlerinde mikroskobik düzeyde katılaşıyor, kristalleşiyordu.

Tıpkı yüksek basınçlı suyun zayıf borularda kireçlenip tıkanması gibi.

"Canın yanıyor," dedim, sesimdeki titremeyi bastırarak. "Tabii ki yanıyor. Damarlarının içinde cam kırıkları dolaşıyor gibi hissediyorsun."

Kael, gözlerini bana çevirdi.

O an, bir bebekle göz göze gelmedim.

Sol gözü benimki gibi safir mavisiydi; korkmuş ve insani. Ama sağ gözü... o erimiş altın rengi iris, acıdan dolayı kısılmıştı ama ağlamayı reddediyordu. Çünkü içgüdüsel olarak biliyordu: Ağlarsa basınç artar. Bağırırsa damarları patlar.

Bu çocuk, daha üç günlükken bile hayatta kalma denklemini çözmüştü.

"Tamam," dedim, gömleğimin kollarını sıvayarak. "Tamam Kael. Annen burada. Bunu çözeceğiz."

Elimi sırtına, mührün tam merkezine koydum. Kendi manamı kullanamazdım; benim enerjim onunkine değerse reaksiyon verir ve onu yakardı. Bu yüzden, en ilkel, en zor yöntemi kullanmak zorundaydım.

Teknik: Manuel Mana Manipülasyonu

Parmak uçlarımı, omurgasının yanındaki tıkalı hatların üzerine bastırdım. Fiziksel bir masaj değildi bu; aurasına dokunmadan, altındaki akışı iteklemeye çalışıyordum.

"Akmasına izin ver," diye fısıldadım, parmaklarımı sertleşmiş damarın üzerinde kaydırırken. "Tutma. Mühre gönder. Oraya ait."

Kael'in minik vücudu kaskatı kesildi. Dişleri olsa, muhtemelen sıkmaktan kırardı. Yaptığım şey, donmuş bir hortumu bükerek açmaya çalışmak gibiydi; acı verici ve tehlikeli.

Elimin altında, o görünmez kristallerin çatırtısını hissettim.

ÇIT.

Fiziksel değil, ruhsal bir kırılma sesi. Tıkanıklık açıldı.

Biriken o yoğun, yakıcı, sıvı altın kıvamındaki mana dalgası, benim yönlendirmemle ana kanaldan fışkırdı ve sırtındaki Ouroboros Mührü'ne döküldü. Mührün siyah çizgileri anlık olarak kor gibi parladı, odaya kırmızı bir ışık yaydı ve sonra söndü.

Kael derin, titrek bir nefes aldı. Ciğerleri nihayet tam kapasiteyle şişti.

Yüzündeki kızarıklık geçti. Vücut ısısı normale döndü.

Geri çekildim, alnımdan süzülen soğuk teri elimin tersiyle sildim. Dizlerim titriyordu.

Bu sadece geçici bir çözümdü.

Kael büyüdükçe, içindeki okyanus da büyüyecekti. Ben her gece başında bekleyip kanallarını elle açamazdım. Bir noktada, bu basınç benim parmaklarımı da aşacaktı.

"Ona öğretmem gerekecek," diye düşündüm, beşiğin kenarına çökerken. Dehşet verici bir gerçek zihnime balyoz gibi indi. "Konuşmayı, yürümeyi öğrenmeden önce... kendi içindeki bu felaketi yönlendirmeyi öğrenmek zorunda."

Kael'in gözleri kapandı. Huzurla uykuya daldı. O, sadece rahatlamıştı. Ben ise, geleceğin ağırlığı altında eziliyordum.

Beşikten uzaklaştım ve pencereden dışarı, Solgard'ın karanlık siluetine baktım.

"Bu bir hediye değil," dedim karanlığa doğru. Sesim bir Mimar'ın kesinliğiyle çıktı. "Bu bir kuşatma. Ve biz... biz daha surları bile inşa edemedik."

More Chapters