Hazal'ın Anlatımı
Boran uyurken ben sabaha kadar gözümü kırpmadım.
Her an, bir gölge kapıdan içeri girecekmiş gibi diken üstündeydim.
Onun nefesi bana huzur veriyordu ama aynı zamanda korku salıyordu.
Çünkü bu nefesin her an kesilebileceğini biliyordum.
Fısıltıları hâlâ kulaklarımda çınlıyordu: "İçeriden kapı açılacak…"
Demek ki ihaneti yapan, bu evin içindeydi.
Ve ben, Boran'a söylemeden önce kendi gözlerimle görmeliydim.
Gecenin ilerleyen saatlerinde sessizce odadan çıktım.
Koridorun loş lambaları titrek yanıyordu.
Adımlarımı sessizleştirdim, sanki kalbim bile ses çıkarmasın istiyordum.
Hizmetli kapılarından birinde ışık gördüm.
Kulağımı dayadım.
Fısıldaşan sesler, ayak sesleri, bir şeyler hazırlanıyordu.
O an kalbim boğazıma tırmandı.
---
Boran'ın Anlatımı
Uyandığımda yanımda Hazal yoktu.
Bir an panik oldum.
Ona seslendim ama cevap gelmedi.
Yaralarım sızlıyordu, doğrulmaya çalıştım.
Beni bu halde bırakıp gitmezdi…
Bir şey vardı. Ve ben, o şeyin kokusunu alıyordum.
Ayağa kalktım. Yara acısı içimi kavuruyordu ama acıya alışıktım.
Adımlarımı takip ettim. Koridorlarda onun ince parfüm kokusu vardı.
Hazal nereye gitmişti?..
---
Hazal'ın Anlatımı
Odaya bir anlık cesaretle daldım.
İki adam vardı. Ellerinde silah, çantada mermi…
Biri haritanın üzerine eğilmişti.
"Yarın gece her şey bitecek. Kapıyı içeriden ben açacağım." dedi.
Nefesim kesildi.
Artık biliyordum.
Boran'ın en yakını, sofrasında ekmek yediği biri, ona ihanet ediyordu.
Ayağımla istemeden bir tahta gıcırdattım.
İkisi birden başını çevirdi.
Göz göze geldik.
O an anladım ki… geri dönüş yoktu.
"Sen…" dedi adam, gözleri öfkeyle büyürken.
"Elini kana bulama kızım. Çekil yolumuzdan."
Titredim. Ellerim boştu, silahım yoktu.
Ama kalbimde tek bir şey vardı: Boran.
"Onu öldürmenize izin vermeyeceğim." dedim.
Sesim titredi ama gözlerim ateş gibiydi.
Ve o an… kapının gölgesinde Boran belirdi.
---
Boran'ın Anlatımı
Odaya girdiğimde Hazal'ın o iki yılanın karşısında dikildiğini gördüm.
Bembeyaz olmuştu ama gözlerindeki cesaret… düşmanlarımda bile görmediğim bir şeydi.
"Demek soframda oturup, ekmeğimi yiyip bana hançer hazırlıyordunuz…" dedim.
Sesim buz gibi yankılandı.
Adamların yüzü kireç gibi oldu.
Hazal bana döndü, gözlerinden yaş süzülüyordu.
"Ben sana söylemeden… kendim öğrenmek istedim." dedi kısık bir sesle.
Yaralı bedenime rağmen dimdik durdum.
Hazal'ın elini tuttum ve fısıldadım:
"Sen benim en büyük savaşçım oldun Hazal…"
O iki adama bakarken gözlerim çelik kesildi:
"Ve yılanın cezası, her zaman kendi kanında boğulmaktır."