Boran'ın Anlatımı
O an gözlerimin önünde olan sahneyi hayatım boyunca unutamayacağımı biliyordum. Kapının eşiğinde duran o adam… Hazal'ın geçmişi, benim düşmanımın gölgesi, kalbime batmış bir diken gibi karşımda duruyordu.
Hazal'ın gözleri dolmuştu. Onun karşısında titrediğini görmek, içimdeki en derin yaralara dokunuyordu. Ama asıl kanatan şey, o adamın gözlerini hâlâ Hazal'a dikerken dudaklarından dökülen sözleriydi.
— "Seni bırakmayacağım, Hazal…"
İçimden geçenleri kimse bilmesin isterdim ama saklayamadım. Yumruklarım sıkılmıştı, damarlarımda kan kaynıyordu. Onun her sözü, bana karşı meydan okumaydı. Ve ben hayatım boyunca kimseye meydan okumayı cevapsız bırakmadım.
— ÇEK GİT! dedim öyle bir sesle ki, duvarlar bile sarsıldı.
Ama gözleriyle bana değil, Hazal'a tutunuyordu. Bu benim en büyük sınavımdı. Onu seyrederken, içinde hâlâ bir umut taşıdığını görmek… Bu, beni hem kıskançlıktan hem öfkeden delirtmeye yetiyordu.
Kapı kapandı. Sessizlik ağır bir örtü gibi üstümüze çöktü. Hazal'ın nefesi titriyordu, elleri buz kesmişti. Onu öyle gördüğümde kalbimdeki öfke bir nebze olsun kırıldı. Yanına yaklaştım, çenesini ellerimin arasına aldım.
— Sana zarar vermesine izin vermem, dedim. Sesim sertti, ama gözlerimle ona sahip çıktığımı bilsin istedim.
Hazal gözlerini kaçırdı. Sessizliği, binlerce kelimeden ağırdı. Onun aklında hâlâ o adamın sözleri dolaşıyordu. Bunu hissettim. Ve işte o an, içimde başka bir fırtına koptu.
Benim için düşman belliydi. Ama mesele sadece kan davası değil, kalp davasıydı artık. Çünkü o adam sadece düşmanımın koruması değildi… Hazal'ın geçmişiydi.
Kendi kendime yemin ettim:
"Onu benden çalamayacak. Ne geçmişi, ne gölgeler, ne de düşmanlar…"
Hazal'ın yüzüne baktım. O ağlarken içimden geçen tek cümle şuydu:
"Ben seni kendimden bile koruyacağım, Hazal."
Ama içimdeki başka bir ses fısıldıyordu:
Bu savaş artık sadece toprak ve güç için değil… Kalbin için olacak.