WebNovels

Legend of the Terreira (Türkçe)

Kaelthas28
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
179
Views
Synopsis
Legend of the Terreira serisinin Türkçe versiyonudur.
Table of contents
VIEW MORE

Chapter 1 - İlk Günah

Güneş İmparatorluğu'nun sabahı, sessiz bir şarkı gibiydi. Gökyüzü saf altınla boyanmış, rüzgâr bile huzurla esiyordu. Uzakta bir çan sesi yankılandı, sanki sabah bile düzenin izniyle doğuyordu. Elfler için zaman bir lüks değil, bir armağandı; günler geçmezdi, akardı. Sarayın beyaz taş koridorlarında adımlar düzenin ritmiydi. Kral Luther Aurelien, her sabah olduğu gibi balkonunda güneşin doğuşunu izliyordu. Güneş, özgürlüğü ve refahı hatırlatıyordu. Güneş elfler için saflığın ve sürekliliğin sembolüydü. Ama imparatorluk, güneşin aksine hiç batmıyordu—batmamalıydı. En azından şimdilik…

Kapı yavaşça aralandı. Varin Keldor, Güneşin Sağ Kolu, eğilerek içeri girdi.

Varin: "Majesteleri, denizden haber var."

Luther bakışlarını güneşten çekti.

Luther: "Leif mi?"

Varin: "Evet, majesteleri. Dalgaların Çocuğu yine döndü. Limanda görüldü. Size haber getireceğini söyledi."

Luther'in yüzündeki huzur yerini düşünceye bıraktı.

Luther: "Yine bir keşiften dönüyor… Deniz her seferinde ona bir sır fısıldıyor."

Varin: "Emrederseniz saraya çağıralım."

Luther: "Hayır. Ben gideceğim. Deniz konuştuysa, onu kendi kulaklarımla duymalıyım."

Kral, alt avludan geçip doğuya bakan taş yoldan limana indi. Rüzgâr denizin tuzunu bahçelere taşıyordu. Uzakta, yelkenleri hâlâ nemli bir gemi yanaşıyordu. Pruvada bir elf ayakta: Leif. Halk ona "Dalgaların Çocuğu" derdi; Luther içinse o, denizin en inatçı tanrısıyla bile inatlaşacak bir denizciydi. Kralın ayak seslerini duyunca Leif başını kaldırdı. Gözlerinde denizin mavisi, yüzünde yorgun bir gülümseme vardı. Luther birkaç adım daha yaklaştı.

Luther: "Söyle bakalım Leif, bıkmadın mı? Bu son olacak, değil mi?"

Leif denizden gözünü ayırmadan konuştu.

Leif: "Hayır, kralım. Bu bir son değil—başlangıcın da ötesi."

Luther: "Ne başlangıcından söz ediyorsun? Denizde ne gördün?"

Leif çözülmüş bir halatı elinde sıktı.

Leif: "Bir kıta, majesteleri. Yeni bir dünya. Bizimkine benzer ama aynı değil. Sanırım yanıldık, majesteleri—dünya yalnızca bize ait değil."

Luther kaşlarını çattı.

Luther: "Elf'e benzeyen başka varlıklar mı?"

Leif'in sesi titredi.

Leif: "Görmüş olabilirim. Belki deniz yorgunluğu, belki hayal… Ama bize benzeyen, daha pasaklı, daha kısa kulaklı bir elf gördüm."

Luther bir adım geri çekildi.

Luther: "Eğer bu hayal değilse, büyük bir değişim demektir."

Leif başını eğdi.

Leif: "Bilmiyorum, majesteleri. Ama bir daha yelken açarsak… Belki yeni bir çağ başlatırız."

Luther kısa bir sessizlikten sonra Varin'e döndü.

Luther: "Çağ başlatmak her zaman elflerin yararına olmaz. Ama sonunu merak ediyorum."

Rüzgârın yönü değişti; dalgalar bir şeyler fısıldıyor gibiydi. Luther denize baktı, yüzündeki ciddiyet yumuşadı.

Luther: "Leif, ister rüya olsun ister kehanet. Deniz, elflerden daha eski bir öğretmendir. Eğer bize yeni bir dünya gösterdiyse, onu bulmalıyız."

Leif'in nefesi kesildi.

Leif: "Majesteleri, yani—"

Luther: "Evet. Sana izin veriyorum. Tüm gemi yapımcıları emrinde olacak. Rüzgâr nereye götürürse, oraya kadar git."

Varin: "Majesteleri, bu—"

Luther: "Bir delilik. Biliyorum. Ama her keşif önce delilikle başlar."

Kral saraya döndüğünde avluda Kraliçe Mirane ve oğlu Nedved onu karşıladı. Günün ışığı taş merdivenlerden süzülüyordu.

Mirane: "Majesteleri, taşradan haberler kötü. Kuzey köylerinde bazıları… domuz eti yemeye başlamış."

Nedved: "Baba, bu saygısızlık değil—inançsızlık! Tanrıların yasakladığını yapanlar halkın arasını bozar. Emredin, cezalandırılsınlar."

Luther ağır adımlarla taht salonuna yürüdü.

Luther: "Elf halkı yüzyıllardır barış içinde yaşadı. Gücümüz yasaklarda değil, özgürlükte yatar. Kimseyi yediği için cezalandırmayacağız."

Nedved başını eğdi, dudakları titredi.

Nedved: "Özgürlük, bazen disiplinsizlikle karışır, baba."

Luther omzuna elini koydu.

Luther: "Ve disiplinsizlik, bazen aşırı korkudan doğar. Biz korkuya değil, ışığa hükmederiz."

Pencerenin dışında gökyüzü hâlâ altındı, fakat ufukta ilk bulutlar birikiyordu.

Kraliçe Mirane ve oğlu Nedved'in yanından ayrıldıktan sonra, Luther her zamanki gibi şehir meydanını gezmeye gitti.

Orası onun için sadece bir meydan değil, halkın kalbiydi.

Sarayın sessizliğinden sonra, sokak sesleri ona hayatın nefesini hatırlatırdı.

Varin: "Majesteleri, bugün fazlasıyla kalabalık. Güvenliği artırayım mı?"

Luther: "Halkımdan korunmam gerekirse… krallığım bitmiş demektir."

Kalabalığın arasında baharat kokuları yükseliyordu. Luther bir tezgâhın önünde durdu. Ellerinde un olan bir yemek tüccarı hızla diz çöktü.

Tüccar: "Majesteleri… şeref verdiniz."

Luther: "Rahat ol. Bu tezgâhta devlet yok, emek var."

Kral, tüccarın sofrasına oturdu. Sade konuştu; sabır, dürüstlük, emeğin kutsallığından söz etti. Kalkarken ücreti ödedi, üstüne küçük bir kese daha bıraktı.

Tüccar: "Ne ücreti olur, majesteleri?"

Luther: "Bir kralın ilkesi, emeği karşılıksız bırakmamaktır."

Tüccarın fısıltısı arkasından yankılandı: "Tanrılar sizi korusun, yüce kralım."

Akşamın kızıllığı şehri kaplarken Luther saraya dönmek üzere yürüdü. Sokaklar sessizleşmişti. Yanında Varin ve iki muhafız vardı.

Luther: "Bazen güneşin batışı bile bir krallığın duası gibi olur."

Varin: "Yorgunsunuz, majesteleri."

Luther: "Halk çoksa yorgunluk yoktur."

Dar bir sokağın köşesinden genç bir elf çıktı. Üstü başı yıpranmış, yüzü güneşten yanmıştı. Ellerinde bir demet beyaz çiçek vardı. Varin elini kaldırdı, muhafızlara baktı. Luther durdurdu.

Luther: "Durun. Sadece bir çocuk."

Genç elf titrek bir sesle yaklaştı.

Genç Elf: "Majesteleri… Tanrı sizi korusun."

Luther: "Teşekkür ederim. Adın nedir?"

Genç Elf: "Adım Elrien, majesteleri. Taşradan geldim."

Luther: "Uzun yol kat etmişsin. Ne getirdi seni buraya?"

Elrien'in parmakları titredi.

Elrien: "Yalnızca… sesimizi duymanız için."

Çiçeklerin arasından metal parladı. Hançer, güneşin son ışığını yakaladı.

Varin: "Majesteleri!"

Çok geçti. Elrien, gözyaşları içinde hançeri kralın göğsüne sapladı.

Bir an sessizlik oldu. Sonra rüzgâr esti. Luther'in elleri hançeri kavradı.

Elrien'in gözlerinde öfke yoktu, yalnızca çaresizlik.

Elrien: "Bizi duymadınız… Taşra gölgede kaldı, majesteleri."

Luther'in sesi boğuk çıktı.

Luther: "Gölgede kalanlar… hep ışığın en yakınındadır."

Dizlerinin üstüne çöktü. Varin onu tuttu.

Varin: "Hekimi çağırın! Hemen!"

Hançerden süzülen kan taş yola damladı. Luther dudaklarını kıpırdattı.

Ağzına dolan demirin tadı, çiçeklerin reçineli kokusuna karıştı.

O an, güneşin altında her şey sustu—hatta zaman bile.

Luther: "Güneş… batmamalıydı bugün."

Başı öne düştü. Kalabalık dondu. Bir kadın çığlığı yükseldi.

Ve Güneş İmparatorluğu'nda ilk kez, bir kral yere düştü.

Varin'in sesi çatladı.

Varin: "Doktoru çağırın! Hemen!"

Rüzgâr, kanın kokusunu taşıdı.

O gece elfler ilk kez yataklarına umutsuzlukla döndüler.

"O gece, güneşin bile batmaya utanacağı bir sessizlik çöktü."