WebNovels

Chapter 7 - 7.Bölüm-Parçalanmış Benlik

Bazen… bazen neden böyleyim, diye soruyorum kendime.

Cevap gelmiyor. Gelmeyecek.

Güç… bana verilmedi. Verilmemesi gerekiyordu. Olursam yanardım. Erirdim. Paramparça olurdum.

İçimde bir küçük kız var. dudakları kanlı. Sessiz. Çığlık atıyor ama sadece ben duyuyorum.

Her nefes… kan. Her nefes… acı. Bana bakıyor.

"Güçlü müyüz?"

"Hayır," diyorum. Sesim titriyor ama yok sayıyorum. "Hiçbir zaman."

Neden? Neden ben değilim? Ne eksikti bende? Diğerlerinden ne kadar farklıydım ki?

Savruluyorum. Yer yok. Tutacak yok. Boşluk… Delik… İçimdeki ben yok oluyor.

Hatırlamamalıyım. Unutmalı. Ama hatırladıkça kanıyor. Belleğim delinmiş bir perde gibi… parçalarım çığlık atıyor… ve ben… ben yokum.

Küçük kız yeniden soruyor. Keskin. Sessiz. "Artık güçlü müyüz?"

"Hayır," diyorum. Fısıldıyorum, kendime. "Belki unutmak… belki unutmak bizi kurtarır."

Unutmak… unutmak bir kucaklama gibi. Yumuşak. Ama aynı zamanda acı.

Parçalanmış ruhumun kenarları… delik delik. Her parça birbirine karışıyor. Kimim ben? Neredeyim ben?

Belki de hiç güçlü olmamam gerekiyordu. Belki de benim gücüm… unutmakta saklı.

Ve ben kayboluyorum. Parçalanmış benliğimle. Küçük kızla. Kanla. Sessizlikle.

Unutmak… unutmak her şeyi…vazgeçercesine unutmak...

Dorukhan ailesi 2023 19 aralik

Sessizlik… yoğun, ağır, nefesleri boğan bir perdeden sarkıyor. Liya adım atıyor. Ayak sesleri koridoru tarıyor, yankıları kalbinden bile hızlı. Kapıyı araladığında, dünya sanki bir anlığına duruyor.

Kadın bakıyor ona, gözlerinde korku ve inanç kırıntıları.

"Liya… neden geldin?"

Liya dudaklarını büküyor, bir gülümseme belirsiz, bıçak gibi keskin. "Beni çağırdınız, hatırlıyor musunuz?"

Adam ayağa kalkıyor, elleri titrek, sesinde çaresizlik. "Biz… sana güvenmiştik. Her şeyi sana emanet ettik."

"Güven?" Liya fısıldıyor, sesi odanın duvarlarına saplanıyor. "Kırıldığında… tatlı tatlı kanar." İçindeki küçük kız titriyor, kanlı dudaklarıyla ona bakıyor; acısı, nefesi, çaresizliği… hepsi Liya'nın kontrolünde.

Kadın titreyerek"Ama… biz sana inandık!"

"İnandınız," diyor Liya, soğuk, ölçüsüz bir zevkle. "Ama şimdi… her şey… elimde."

Selim köşede sessizce duruyor, gözleri büyümüş. "Sen… kötü bir şey yapıyorsun," diyor.

Liya eğiliyor, dudakları Selimin kulağına değiyor. "Belki… ama korku… korku benim oyunum."

Adam hıçkırıyor. "Ne istiyorsun bizden?"

"Ne mi istiyorum?" Kahkaha atıyor Liya; gözlerinde gülümseme yok, sadece keskin bir zafer. "Her şeyi… her sır… her titreme… bana ait olacak."

Kadın geri çekiliyor ve kapıya bir adım atıyor "Lütfen… yapma bunu!"

Liya masaya bir adım daha yaklaşıyor. "Gitmek mi? Hayır… şimdi başlıyoruz. Her şey açığa çıkacak… ve siz… sadece izleyeceksiniz."

Adam nefesini tutuyor. "Neden, Liya… neden?"

"Çünkü…" Liya fısıldıyor, sessizliği parçalayarak. "Çünkü güç bana verilmemişti. Ama korku… korku bana ait."

İçindeki küçük kız dudaklarını ısırıyor. Acıyı hissediyor, titriyor. Liya soğuk, keskin bir sesle "Artık güçlü müyüz?"diyor kendine.

Kadın ağlıyor. "Bize zarar verme!"

"Zarar mı? Hayır…" diyor Liya, sakin ama mutlak. "Sadece her şeyinizi açığa çıkarıyorum. Her sır… bana ait oluyor. Siz… izliyorsunuz. Her nefesiniz… benim ritmimde atıyor."

Zaman yavaşlıyor. Koridor daralıyor. Kalpleri tarıyor Liya; hepsi onun ritmine uymak zorunda. İçindeki küçük kız, parçalanmış benlik… hepsi sahnede, zafer ve korku iç içe.

Ve Liya… hem kazanan hem kaybeden… hem güçlü hem kırılgan… duruyor. Sessiz bir çığlıkla, nefeslerin arasında… her şeyi kontrol ediyor. Her an, her titreme, her sır… onun.

2023 19 Aralık dolandırma olayından sonra – Taylan

Bazen düşünüyorum da, ben aslında hiçbir zaman kendime ait olmadım. Çocukken bile babamın yumruğu kadar büyüktü kaderim. Parmaklarımın arasına sıkışan kan, benim değilmiş gibi, başkasının bedeninden taşmış gibi… Hep başkasının hayatını yaşamış gibi… Ve şimdi, gecenin ortasında, buz gibi bir sokakta yürürken, telefonum çalıyor.

Babam.

Benim en büyük lanetim.

Cevap veriyorum çünkü kaçacak yerim kalmadı. Çünkü onun sesi olmadan karanlık bile suskun kalıyor.

"Kaç kere dedim sana, benden habersiz işlere kalkışma diye!" diye hırlıyor. Sesinde hep aynı kibir, hep aynı nefret.

"Başımıza bela açmaktan başka bir boka yaramıyorsun!"

Bir an için gözlerim kararıyor. Kalbimde eski bir yara açılıyor. Yine o an. Yine annesizliğim yüzüme çarpıyor. Onu hatırlatıyor bana. Toprağı bile olmayan annemi.

"Öncelikle, bana küfretmeyi bırak," diyorum gülerek. Gülüşümün ardında zehir var.

"Kaç kere söyledim hatırlamıyorum. Biricik oğlunun kalbini kırıyorsun baba."

Onun öfkesi büyüyor. Kelimeler boğazımda diken oluyor.

"Kimse benimle alay edemez! Sikik herif, geberteceksin beni sonunda! s*ktiğimin annesizi!"

Annesiz…

Bu kelime beynimde bin kez yankılanıyor.

Annesiz… annesiz… annesiz…

Sanki alnıma damgalanmış gibi. Sanki ben doğduğum andan itibaren eksik doğmuşum gibi.

Bilmiyor ki.Baba, ben zaten her gece annemin mezarını arıyorum. Ama o mezar bomboş. Annem bomboş. Ben bomboş.

Telefonu tutan elim titriyor. O kadar titriyor ki, parmaklarımda kan dolaşımı yok gibi. O kadar titriyor ki, ben bile kendi elimden iğreniyorum. Ve sonunda patlıyorum:

"Öldürdüm o siktiğimin piçini!" diye haykırıyorum. "Ne oldu? Aldın mı belanı baba? Hadi söyle şimdi, hâlâ bana annesiz diyebilir misin? Yoksa, ne istiyorsun benden? İtaat mi? Düşmanlık mı? Hangi oyunun kurbanı olmamı istiyorsun?"

O anda sustum. Çünkü gözlerim ona çarptı.

O.

Karanlığın içinden bir gölge gibi çıkıyordu. Siyahlar içinde. Bir heykel gibi ama canlı. Bir yarayı taşır gibi ama dimdik. Yıllar öncesindeki kız. Yıllar önce kalbime dokunan, sonra ellerimden kayıp giden kız.

Göz göze gelmiyoruz. O, kendi iç hesaplaşmalarında boğulmuş. Ben, onun varlığıyla yeniden doğmuş.

Yıllar önce Tanrı'ya şöyle demiştim:

"Bir daha karşıma çıkarsa sana inanacağım."

Ve şimdi karşımda.

İnanmak istemiyorum ama inanıyorum. Çünkü o, benim için kurtuluş değil, cehennemin başka bir kapısı. Yine de nefes alışım hızlanıyor, kalbim göğsümü parçalıyor.

Babam hâlâ telefonda bağırıyor. Onun sesini neredeyse duymuyorum artık. Kendi içimdeki çığlıklar daha gürültülü.

Fısıldıyorum

"İçimdeki ateş söndü baba. Bu gece, yirmi yılın ardından, ilk kez rahat bir uyku çekeceğim."

Ama biliyorum ki bu bir yalan. Çünkü kendisinin varlığı uyku değil, kabus. Yine de Tanrı'ya verdiğim sözü tutuyorum. Çünkü onun varlığı bir mucize gibi. Karanlığın içinde ansızın yanmış bir kibrit gibi. Kısa, geçici, yakıcı… ama gerçek.

Telefonu kapatıyorum. Avuçlarımın arasında, boğazıma düğümlenen bir öfke var. Babam sustu. Dünya sustu. Sadece o var. Ve onun gölgesinde ben, artık kim olduğumu hiç bilmiyorum.

2023 19 Aralık dolandırma olayından sonra-Liya

Karanlığın içine bastığım her adım, kendi yankımı bile boğuyordu. Sokak ölü bir şehir gibiydi; ışıkların titrek nefesleri kaldırıma dökülüyor, gölgeler beni takip eden birer hayalet gibi sürükleniyordu. O sırada, bir ses… kırık bir küfür gibi keskin. Dönüp baktığımda, gölgesinden daha yalnız bir adam gördüm. Telefonu avucunda bir silah gibi tutuyordu. Dudaklarından dökülen her kelime, kendine değil, geçmişin zincirlerine bağırılır gibiydi.

"Benden habersiz hiçbir şeye kalkışma demedim mi sana? Bela açmaktan başka bok bildiğin yok, piç herif!"

Sözler, onun dudaklarından değil de içimdeki eski bir yaradan fışkırmış gibi geldi bana. İçimde hiç tanımadığım bir öfke titreşti. Adam gülümsedi — evet, babasının nefretini zehir gibi içine çekerken dudakları kıvrıldı. O an anladım: gülümseyiş, sadece öfkenin başka bir maskesiydi.

"Öncelikle bana küfretmeyi bırakmanı kaç kez söyledim hatırlamıyorum… ama sen hâlâ biricik oğlunun kalbini kırıyorsun, baba."

Sesinde alay vardı. Alay, sevginin ölüsünden doğmuş bir dil gibi. Onu tanımıyordum, adını bile bilmiyordum ama o cümleyle ruhumun kıyısına dokundu. Benim de kalbimi kıranlar olmuştu. Ben de alaya vurmuştum kendi yaralarımı. Belki de bu yüzden gözlerim ondan çekilmedi.

Karşı tarafta öfke büyüdü, ses kabuk kabuk soyuldu

"Sikik herif! Başımıza bela olmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Elinde sonunda geberteceksin beni, annesiz it!"

Ben ürktüm. "Annesiz" kelimesi geceyi daha da kararttı. Ama o… o titredi sadece. Parmaklarıyla telefonu kıracakmış gibi sıktı, sonra birden sözleri döküldü:

"Öldürdüm o siktimin piçini. Ne oldu şimdi? Aldın mı başına belayı, baba? Hâlâ annesiz diyebilecek misin bana? Yoksa hâlâ itaat etmemi mi bekleyeceksin?"

O an nefesim durdu. Kalbim boğazıma sıkıştı. Birini öldürmekten söz ediyordu. Ve garip olan, sesinde pişmanlık yoktu. Bir zafer gibi, bir özgürlük gibi söylüyordu. Ben kaçmalıydım belki ama gözlerim zincirlenmişti arkası bana dönük olan o adama.

Sonra oldu… O an göz göze gelmedik. O, kendi cehennemine kilitlenmişti, ben ise gölgesinin kıyısında donmuştum. Ama hissettim; o anda bir şey Tanrı'ya meydan okur gibiydi içinde. Sanki kalbini tutup gökyüzüne kaldırmış, "Al işte! Senin oyununa inanmıyorum!" diyordu.

Ama ben… ben Tanrı'ya hiç inanmamıştım. O adam, yabancı, yabancı olmasına rağmen, inancı bana birden bire bulaştı. Onu izlerken aklımda tek bir cümle çınladı:

"Bu adam yıkımdan yapılmıştı, ama ben, ben yıllardır yıkımı kucaklamayı öğrenmiştim."

Telefon kapanınca, gece sessizliğini geri aldı. Ama ben o sessizlikte ilk kez kendime şunu sordum

"Onunla konuşsam, bana hangi yarasını gösterecek? Ve ben, hangi yaramla karşılık vereceğim?"

Ve yürümeye devam ettim. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Ama kalbimdeki boşluğa, o arkası dönük yabancı adamın sesi bir hançer gibi saplandı.

Liya-

Dudaklarım hâlâ onun tadıyla yanıyor, sanki ateşe sürülmüşüm de dudaklarımın derisi kavruluyor. Neden yaptım? Neden? İçimdeki o aç kurda söz geçiremiyorum. Belki de ben hiçbir zaman kendime söz geçiremedim. Güçlü kadın masalına inandırmışlardı beni; ama gerçekte güç dediğin şey, öpüşmekten sonra kalabilen gururdur. Bende o gurur yok.

Taylan'ın gözlerini gördüm — şaşkın, yabancı, bana ait olmayan. Ve ben dudaklarımı ona dayadım. Sanki hayatım boyunca aç kalmışım da önüme ilk kırıntıyı koymuşlar gibi. Utanç… içimde irin gibi kabarıyor. Her nefesimde zehir kusuyorum kendime. "Sen ne yaptın Liya? Sen kimsin?" diye soruyorum aynadaki hayalete. Cevap vermiyor. Çünkü ben de kim olduğumu bilmiyorum.

O dudaklarda aradığım neydi? Teselli mi? Güç mü? Yoksa ölmemiş olduğumu kanıtlayan bir kalp atışı mı? Hiçbiri olmadı. Öptüğüm an, içimdeki küçük kız çığlık attı. Bana dedi ki "Sen hep kaybedeceksin. Çünkü senin ellerin, neye dokunsa onu kirletiyor."

Şimdi onu her düşündüğümde kalbim sıkışıyor. Bir parçamsa yeniden yapmak istiyor; yeniden, yeniden, yeniden… Bir diğer parçamsa kendini boğmak, susturmak, sıfırlamak istiyor. Taylan'ın dudakları hâlâ üzerimde, ama onun gözlerinde gördüğüm şey bana ayna tuttu: yalnızlığımı. Ben hiçbir zaman sevilmeyecek bir kadınım. Çünkü ben, her şeyi tüketerek var oluyorum.

Belki de ben Taylan'ı değil, kendi yokluğumu öptüm.

2010 sonbahar

Liya altı yaşındaydı. Pencerenin önüne çömelmiş, yağmur damlalarının cama vurduğu anları sayıyordu. Her damla bir tokat gibi çarpıyor, içindeki sessiz korkuyu çoğaltıyordu. Dışarıdaki gökyüzü, onun içindeki karanlıkla yarışır gibiydi; gri ve ağır.

Koridordan İsa'nın ağır, sert ayak sesleri geldi. Liya'nın kalbi ritmini kaybetti; nefes almak bile bir suçmuş gibi hissettirdi. İsa kapıyı çarparak açtı ve bakışlarını küçük vücuduna sapladı.

"Ne yapıyorsun orada?" dedi. Sesi soğuk bir bıçak gibi kesiyordu.

"Yağmuru… dinliyorum," dedi Liya, kelimeler boğazında düğümlenmiş.

İsa yaklaştı, gölgesi odanın köşelerine yayıldı. "Böyle boş işlerle vakit kaybetme. Büyük kızlar böyle yapmaz," dedi. Liya başını eğdi, içindeki korku bir buz kütlesi gibi yayıldı.

Ama içinden, damlaların ritmini saymaya devam etti: bir, iki, üç… Her sayıda kendi dünyasına saklandı. Orası sadece ona aitti. Orada, kimse ona dokunamazdı. Ama bir yandan da biliyordu; dışarıda bekleyen gerçek, acımasız ve kaçılmazdı.

O akşam, küçük Liya bir sır daha öğrendi: Bazen hayatta kalmak için, kalbini taş gibi sert yapmalıydın.

Günümüz.

Neden, neden, neden…

Neden demekten başka bir şey bilmediğimi fark ettim. Hâlâ hiçbir şeyi bilmeyen o küçük kızı içimde taşıyordum. O küçük kız karanlıkta hâlâ korkuyordu; ama korkmamış gibi yapıyor, rolüne devam ediyordu.

Belki de her şey bir tek şeyden ibaretti: beni sinsice çağıran yılanın zehrine kanmam. O zehri şifa, ilaç sanıyordum. Ama yakıcı ateş gibi tahrip edeceğini bilmiyordum.

Yatağımın üstündeki notu bulduğumda, Taylan'ın odama girmesine kadar sadece baktım.

Elimde olduğunu fark etmesin diye kapı sesi duyulduğunda notu yorganın altına gizledim.

Üstü çıplaktı. Bana doğru yürürken üzerindeki su damlacıkları adonisine süzülüyordu. Bakmamak imkânsızdı.

Büyük bir pişmanlık içindeydim. Onu öptüğüm için, beni basit bir kız olarak görmesinden korkuyordum. Ama bu korkuyu çekmek zorundaydım; çünkü bunu ben istemiştim.

Bana yaklaştı ve merakla sordu

"Sen neden hâlâ yatmadın?"

Ona notu bulduğumu söyleyemezdim. Sırlarım vardı. Onu dolandırmak gibi…

Ona bakıp bir adım attım

"Seni bekledim," dedim.

Avıma rol yapıp onu tuzağıma düşürmem gerekiyordu. Dokuz günüm hâlâ vardı. Günler yarın başlayacaktı. Bugünden itibaren onu etkilemek için rol oynamalıydım.

Diğer kurbanlarıma da aynı şekilde davranıyordum; ama asla fiziksel temas yaşamamıştım. Hissiyatım yoktu. Ama Taylan'da hissettim. Bir kez hissedince kendime engel olamıyordum.

"Neden bu kadar hızlısın?" dedi Taylan.

Ona alay eder gibi gülümsedim

"O öpücükten daha fazlasını istediğimi biliyorsundur umarım," dedim.

Rol icabıydı; ama yalanda sayılmazdı. İstiyordum.

Bir adım daha yaklaşıp sıcak nefesi yüzüme vurdu.

"Bunun bir rol olduğunu, ailen için yaptığını, sahte olacağını sanıyordum. Ama şimdi neden böyle yaptığını anlamıyorum," dedi.

Yatağa oturmuştum; kolundan tutup yanına çektim.

Kulaklarına doğru eğildim

"Belki de öpücükten sonra fikirlerim değişmiştir," dedim.

Kendimi öldürmek istedim. Kahretsin, utandım. Daha önce utanma duygusu hissetmemiştim. Ama onu karşımda dururken utandım. Çünkü ondan etkilenmiştim. Etkilendiğim erkeklere böyle davranamazdım.

Yatakta geriye yattığında, beni de kolumdan tutup sırtımı yatakla bütünleştirdi. Bir anda üzerime çıktı. Altındaydım; birbirimize çok yakındık. Boynumu öpmeye başladı. Gittikçe göğüslerime yaklaşıyordu. Islandığımı hissettim. Kahretsin, beni çok çabuk bu hâle getiriyordu.

Bir anda durdu. Öpücükleri boynumdayken durdu.

Üzerimden kalktı ve sert bir ifadeyle, sanki pişmanmış gibi

"Özür dilerim. Yanlış anlamanı istemiyorum. Böyle şeyler yapıp sana ümit vermek istemiyorum. Bu evlilik gerçek olmayacak. Bunu ben istemedim, Züleyha istedi. Anlıyor musun?"

Kalbim kırılmıştı. Kahretsin, kırılmıştı…

Züleyha istemedi diye her şey farklı mı olacaktı? Ama olamazdı. O benim avımdı; avlayacaktım onu. Atmacanın avı olacaktı. Haberi yoktu. Ama bana böyle davranıp geri çekilmesi, beni kırmıştı.

Yataktan indiğinde gözlerime bile bakmadı.

Arkasına dönüp gitti. Kapıdan çıkarken dediği sözler

"İyi geceler, Liya."oldu

Ona karşılık veremedim. Kapı kapandı ve odada yalnız kaldım.

Çok kırılmıştım, çok üzülmüştüm. Yalnız bırakılmak daha çok kırmıştı.

Ama bir şey diyemiyordum. Çünkü bu adamı dolandıracaktım ve hiçbir şeyden haberi yoktu.

Yine de ona kırılmam, beni kötü etkiliyordu. Kolay kaptırmak istemiyordum kendimi. Ama her hoşlandığım erkeğe kolay kapılıp pişman kaldığım gibi bunda da böyle olacaktı. Hatta daha beterdi; çünkü ilk kez dolandıracağım bir avıma bir şeyler hissediyordum.

Kış güneşinin beni uyandırmak istercesine odanın penceresinden yüzüme vuran sert ışıkları sayesinde sonunda uyandım. Yatak genişti ve rahat bir uyku çekmiştim. Aslında yatak dışında başka bir yerde uyumam çok zordu ama burası, benim yatağımdan bile daha rahattı.

Aşağıya inmem lazımdı ve üzerimi değiştirmeye çok üşeniyordum. Ama yapacak bir şey yoktu; yoksa Taylan yanıma gelebilirdi. Gerçi dün geceden sonra yanıma gelir miydi, bilmiyorum ama yine de çekiniyordum ondan.

Üzerimi değiştirdim; siyah bir ispanyol paça pantolon ve kırmızı bir bluz giydim. Saçlarımı taradım ve banyoya gitmek için hazırdım. Dişlerimi fırçalayıp yüzümü yıkadıktan sonra aşağı inmek için merdivenlere doğru yöneldim.

Mutfaktan güzel kokular geliyordu. Sanırım bize kahvaltı hazırlamış, diye mutlu oldum. Ama girdiğimde, çoktan kahvaltısını bitirmiş olan Taylan Sarp Parskan vardı. "Ben yaptım kahvaltımı, sen de yapta çıkalım," dedi.

Cidden mi? Cidden mi? Cidden mi? Benimle yemek istememiş miydi ve umursamadan böyle mi söylüyordu? Ona doğru bir adım bile atmadım, hiçbir şey söylemedim. "Ben kahvaltı yapmayı sevmiyorum, hemen çıkabiliriz," dedim.

"Oyle aç aç olur mu? Hazırla kendine bi şeyler," dedi.

Haklıydı. Neden ondan bekliyordum ki? Ama yine de istemediğimi söylediğimde artık ikna olmuştu ve evden çıkmak için arabaya doğru yürüyorduk.

Arabaya binene kadar hiç konuşmadık. Arabada da sessizlik vardı, müzik bile çalmadı. Bu sessizlik, öpüşmemizin verdiği pişmanlık olmalıydı. Büyük ihtimalle ikimiz de pişmandık ve olmaması gereken bir şey yaptığımızın farkındaydık.

Arabada giderken bir anda durduk. Taylan arabadan indi ve bir yere yürümeye başladı. Merak etmedim, bakmadım bile ona. Ama 5 dakika sonra geldiğinde elinde bir sandviç ve kahve vardı. Ardından onları bana verdi.

İnanamıyorum… Cidden benim için mi inmişti? diye düşündüm içimden.

"Ye şunları, insan görmekten hoşlanmam ben," dedi.

Ona karşılık gözlerine bakıp, "Yemeyeceğim, boşuna almışsın," dedim.

Ama tam o anda bir şey oldu; midem guruldadı. Kahrolası mide, neden böyle yaptın ki şimdi, diye düşündüm içimden.

Bu sesi duyan Parskan ise güldü. Hem de baya bir güldü. Bana vücudunu yaklaştırdı ve, "Hadi ye, şunları, inat etme, boşuna direniyorsun kızım. Miden bile ağlıyor sesini duymadın mı?" dedi.

Onu geri ittirdim ve sinirle

"Sus, tamam, yiyeceğim," dedim.

Yol bir türlü bitmek bilmemişti ve aklımdan not çıkmıyordu. Kimi bulacaktım ki? Kim benimle oyun oynuyordu? Taylan'ın kurma ihtimalini düşünmüştüm ama neden yapsındı ki? Evde başka kimse de yoktu, ya da ben öyle sanıyordum. Bu düşünce beni ürpertti.

Camdan bakarken, kış ayı olduğu için kuvvetli bir yağış başladı. Zaten lodos vardı ve bu havada arabayla gitmeyi çok seviyordum. Kısacası, araba yolculuklarını çok seviyordum çünkü çok fazla daydreaming yapıyordum ve buna bayılıyordum.

Telefonun çalmasıyla aramızdaki sessizlik bozuldu. Telefon Taylan'ın iPhonundan geliyordu. Benim telefonum ne iPhone'du ne de yeniydi, bu yüzden çantama yeltenmedim bile almak için. Zaten telefona o kadar para vermeyi gereksiz buluyordum.

Sonrasında Taylan telefonu açtığında sinirli bir şekilde ağzından çıkan cümle "Ne arıyorsun beni?" oldu.

Ona karşılık veren kişinin sesini az da olsa duyabiliyordum ve gülüyordu telefondan

"Abi, kaç gündür görüşmüyoruz, özledik ya seni, gel. Hem sana bir sürprizim var."

"Ne sürprizi amına koyayım senden sürpriz mi istedim? Mert, şimdi ben araba kullanıyorum zaten," dedi sinirle.

"Ya oğlum, gel işte, önemli diyoruz, önemli ki çağırıyoruz seni.Yok, sen gelir misin? Yok, sen Karadenizli amcalar gibi balık tutcan, öyle işini yapıcaksın, değil mi lan?" dediğinde kahkaha attım.

Taylan bana baktığında sinirle gözlerini benden çevirdi ve "Tamam, geliyoruz," dedi. Mert adlı arkadaşı: "Oha, oğlum, kimle geliyorsun?" dediğinde ona cevap bile vermeden telefonu kapadı.

Ona dönüp, "Neden cevapsız bıraktın arkadaşının sorusunu?" dedim."Ne diyeyim, sahte evlilik yapacağım kızla mı geliyorum, ne bekliyorsun?" dedi.

Susup önüme döndüm. Onun bana böyle davranması kırıyordu beni ama belli etmemeye çalışıyordum. Küfür etmesine kırıldığımı anlamış olacaktı ki, bana dönmeden kolumu tutup, "Tamam, özür dilerim," dedi. Ben de geri cevap vermedim. Resmen adama trip atıyordum. Umarım bunu fark etmiyordur, diye düşündüm.

Arabadan indiğimizde yağmur aşırı yağıyordu ve şemsiyemiz yoktu. Bu yüzden şirketin kapısına doğru hızlı hızlı yürümek zorunda kaldık. Ben koştum çünkü yağmuru ne kadar sevsem de ıslanmayı sevmiyordum ve bu hareketime Taylan güldü. Sırtıma dokunup bana önüne geçmem için yol verdiğinde, kulağıma "Kedi misin sen?" diye fısıldadı. Ona dönüp sinirli sinirli baktım.

Şirkete girmistik, aşırı kocaman bir yerdi. Bizim iş yerimiz dediğimiz söğütlüye bin basardı.

Üst kata asansörle çıktığımızda Taylan önden çıktı. Onu gören arkadaşı: "Bak bak bak sen kim gelmiş, kim gelmiş?" dedi ve kocaman sarıldılar. Aslında Taylan'ın arabada konuşmasından ötürü samimi olmadiklarini düşünmüştüm ama samimiydiler. Sakalaşıp selamlaştılar. Sonra Mert nihayet beni gördü ve "Oha, bu kim oğlum?" diye sessizce söylendi.

Taylan ise beni yanına çekip elimi tuttu "Kız benimle," dedi.

Ne? Elimi tuttu mu? Kız benimle mi? Anlamıyordum.

Mert şaşkın bir biçimde kendine geldi ve: "Ne demek kız seninle?" dedi.

Taylan onu dalgaya alıp omzundan itti "Oğlum, hani en yakın arkadaşımdın. Haberin yok mu? 9 gün sonra evleniyorum ben."

Mertin ağzından bir kelime döküldü: "Sikerler… Ne oğlum, ciddi misin, ne diyorsun amına koyayım?"

Bir kız sesi duydum "Merhaba Taylan," oldu cümlesi.

Taylanın kaşları kalkmıştı ve arkasını döndüğünde kıza bakıp "Senin ne işin var burada?" dedi şaşırmış bir şekilde.

Kız ise ellerimize bakıyordu ve sinirli gibi gülümsedi. Kumral bir kızdı. Yaşı benden biraz büyük görünüyordu ve olgundu. Uzun boyluydu, güzeldi.

Taylan tekrar konuşup ona doğru bir adım attı ve kendisini de benimle sürükledi "Sana, senin ne işin var burada dedim?" dedi.

Kız elini bana uzattı ve ben de eli havada kalmasın diye elimi ona doğru uzattım. Tokalaştığımızda sonunda bana bakarak konuştu: "Merhaba, ben Selen. Taylan'ın eski sevgilisiyim."

Eski… sevgili…

liya.

Masamın üzeri dağınık gibi görünse de her şey planlıydı; ya da öyle sanıyordum. Dosyaları açıyorum, sözleşmelere bakıyorum, hesap defterlerini kontrol ediyorum. Ama bir şey eksikti. Küçük, görünmez bir detay… beynim çığlık atıyor: "Liya… nasıl unuttun bunu?"

Sandalyeyi üç kez çekiyorum, kalemi tam ortasına yerleştiriyorum, kupayı döndürüyorum. Her şey tam doğru olmalı, yoksa içim yanıyor, yutuluyorum kendi saplantımın derin kuyularında.

Dün gece bir aileyi dolandırdım. Onların gözlerindeki güven, her hareketimdeki şaşkınlık… içim hem zafer hem suçla doldu. Ama işte şimdi, o unutkanlık… küçük bir hata tüm planımı gölgeledi. İçimde bir boşluk var; sessiz, aç, bir canavar gibi kıpırdanıyor.

Paranın ve belgelerin arasında titriyorum; her hareketim, kendi hatamı örtmeye çalışan obsesif bir ritüel. Ama eksik olan, hâlâ zihnimin üzerinde kara bir bulut gibi dönüyor. Kontrol edemediğim tek şey… kendim.

İnsanlar sadece Liya'yı görüyor: güçlü, kusursuz, zeki. Ama gerçek ben… kaotik, kırılgan, kendi kafesinde hapsolmuş. Her unutkanlık, her saplantı, her hata… bir zincir gibi içimi sarıyor, nefesimi kesiyor.

Ve yine de… kendimi seviyorum. Bu karmaşa, bu kaos, belki de cazibem. İnsanlar bunu hissediyor, merak ediyor, hayran kalıyor. Ama ben, içimdeki boşluğun farkında olarak yaşıyorum; suç ve haz, korku ve arzu, yalnızlık ve tutku birbirine karışıyor.

Ben Liya'yım. Kusurlu, karmaşık, saplantılı, unutkan. Hem güçlü hem kırılgan. Ve belki de… en çok da kendime ihanet eden biriyim. Ama buna rağmen hâlâ ayaktayım. Ve belki de insanlar bu yüzden bana hayran kalıyor.

More Chapters