Emris, sarayın pek de görkemli olmayan camlarından Karnaval'ı izliyordu. Şehrin her yanı ışıklarla bezeli, gecenin içinde adeta parıldayan bir yıldız gibi titreşiyordu. Renkli fenerler gökyüzüne doğru süzülürken, havada yanmış şeker, tütsü ve kızartma tezgâhlarının ağır kokusu birbirine karışıyordu. Kahkahalar rüzgârla savruluyor, sokak müzisyenlerinin cümbüşlü ezgileri taş duvarlara çarpıp yankılanıyordu. İnsanlar dans ediyor, maskeler ve pelerinlerle birbirlerine karışıyordu.
Bir kişi dışında.
Emris, sarayda öylece durmuş, sadece karnavalı izliyordu. Sert bakışları ve gözlerindeki karanlık, kafasında bir şeylerin döndüğünü açıkça belli ediyordu. O karmaşık düşünceler, odanın kapısının açılmasıyla yarıda kesildi.
"Efendim, arabanız hazır."
Emris, hafif dalgalı, geceyi andıran siyah saçları ve şarap gibi koyu kırmızı gözlere sahip bir Dük'tü. Uşağına dönerek kafasını onaylar biçimde salladı:
"O hâlde yola çıkalım."
Hizmetlileri olmadan ya da herhangi bir koruması olmadan Karnaval'ın göbeğine gitmişti. Aslında amacı karnaval değil, yalnızca karaborsanın yapılacağı yere gitmekti. Karnaval sayesinde karaborsada kara büyü ve lanetlerle ilgili birçok değerli eşya bulunuyordu. İnsanlar tarafından dikkat çekmemek için bir soylu gibi değil, tüccar gibi giyinmişti. Dışarıdan bakan biri onu, yeni bir şeyler bulmak umuduyla gelmiş sade bir tüccar sanırdı.
Maskesini takıp kalabalığın arasında yürürken gecenin hafif esintisi pelerinini dalgalandırıyor, sokak lambalarının titrek ışığında gölgesi şekilden şekile giriyordu. Etraf, sıcak teneke lambaların yaydığı yumuşak sarı ışıkla yıkanmıştı. Baharatlı tatlıların buğusu havayı sarıyor, çocukların çığlıkları maskeli jonglörlerin kahkahalarına karışıyordu. Şehrin eğlencesi ve coşkusu Dük'ü etkilememişti. Ama bir şey... ya da biri etkilemişti onu.
Uzak bir tezgahta mücevherleri inceleyen bir hanımefendiye takılmıştı gözleri. Onu cezbeden kadının güzelliği değildi. Kadından yayılan yoğun kara büyü enerjisi, soğuk bir sis gibi Emris'in içinden geçip gitmişti.
Bu 'kara büyü' çok uzun yıllar önce yasaklanmıştı. Ona dair her bilgi ya yakılmış ya da Kraliyet'in en karanlık arşivlerinde saklanmıştı. Ama Emris, küçükken o arşivlere ulaşmıştı. Bu yüzden bu tür bir enerjiyi tanıyabiliyor, hissedebiliyordu. Nesiller önce kara büyüyle ilişkili olan her varlık katledilmişti.
Peki ya bu kadın? Bu kadar yoğun bir enerji yayıyorsa, hâlâ nasıl hayattaydı?
Dük, merakına yenik düşerek kadını gözden kaybetmemek için kalabalığın arasında hızla ilerledi. Kuru yaprakların ayakkabısının altında çıkardığı hışırtı, bir anlığına kendi sessizliğini bastırdı.
Kadına yaklaşmadan önce biraz kendini düzeltti. Yavaş ve kendinden emin adımlarla ona doğru yürüdü. Kadının yaydığı enerji, Emris'in içini sıkıştırıyor, damarlarında ağır bir uğultuya neden oluyordu. Yine de yüzüne tek bir gölge düşmedi.
Kadının incelediği, ametist taşından yapılmış görkemli bir kolyeye göz gezdirdi. Taşın üzerindeki ışık yansımaları sanki nefes alıyor gibiydi. Emris nazikçe boğazını temizledi:
"Harika bir zevkiniz var, leydim. İzin verin, bu kolye size hediyem olsun."
Sesi sertti ama tehditkâr değildi. Dostaneydi. En azından öyle görünmesini istiyordu. Yüzü sakindi... ta ki kadın ona dönene kadar.
Kadın yavaşça başını çevirdi. Aynı göz rengine sahip olduklarını fark ettiğinde, Emris'in yüzüne kısa bir şaşkınlık yerleşti. Kadının kan kırmızısı gözleri ve altın sarısı saçları vardı. Gülümsedi — olgun ama tehditkâr bir gülümsemeydi bu:
"Nazik jestiniz için teşekkürler. Ancak hediyenizi kabul edemem."
Kadının sesi umursamazlıkla doluydu. Emris, reddedilişe alışkın değildi. Kadın, onun teklifine minnetle boyun eğmemişti. Bu bir ilkti… ya da uzun süredir karşılaşmadığı bir şeydi. Yine de yüzünde kırıklık yoktu. Gözlerindeki o tanıdık karanlık yeniden kıvılcımlandı — bu kez merak ve meydan okumayla.
Kadına biraz daha yaklaştı. Sesini yumuşattı ama otoriterliğinden ödün vermedi:
"Bir hediyeyi geri çevirmek... bazılarının kabalık sayacağı bir davranış. Ama belli ki siz sıradan biri değilsiniz. Bu karnavalda sizin gibi bir mücevherle karşılaşmak… açıkçası beklediğim bir şey değildi."
Kadın başını hafifçe yana eğdi. Gözlerinde saklı bir alay, ağzında hâlâ soyluca duran bir gülümseme vardı. Kolyeye bir kez daha baktı, sonra gözlerini tekrar Emris'e çevirdi:
"Tatlı sözleriniz için teşekkürler. Ama ben mücevherlerle ilgilenmiyorum… hele bir yabancı tarafından sunuluyorsa. Güzel şeylerin ardında her zaman bir bedel yatar."
Bu sözler Emris'in zihninde yankılandı. Kadının kim olduğunu, ne bildiğini merak etmeye başlamıştı. Bu enerji sıradan birine ait olamazdı. Kara büyüye duyarlılığı olan biri için, başka bir karanlığı fark etmek zor değildi.
Kalabalık yavaş yavaş onları içine çekiyordu. Müzik ve kahkahaların arasında, ikisinin çevresinde tuhaf bir sessizlik oluşmuştu. Sanki dünya yalnızca ikisi için yavaşlamıştı.
Emris kadının ismini öğrenmek istiyordu. İhtiyacı vardı buna. Onda saklı bir sır olduğunu hissediyordu. Ama doğrudan sormadı. Bunun yerine, daha oyunbaz bir tonda konuştu:
"Demek ki güzel şeyler size bedelsiz sunulamaz, öyle mi? O hâlde, belki adınızı söyleyerek başlarsınız. Böylece siz de bana küçük ama değerli bir şey vermiş olursunuz."
Kadının gülümsemesi bir an için dondu. Kaşlarını hafifçe kaldırarak Emris'in kıyafetlerine baktı. Ne bir arma ne de bir koruma… Bu adam gerçekten de bir tüccar mıydı?
"Adımı mı istiyorsunuz?" dedi. Sesi yumuşaktı ama içinde neredeyse hissedilemeyecek kadar ince bir küçümseme gizliydi.
"Siz bana kim olduğunuzu söylemeden önce mi?"
Bir an duraksadı. Emris'in gözlerine baktı. Aynı göz rengi bir tesadüf olamazdı ama asıl ilgisini çeken, adamın üzerinden gelen zayıf ama bastırılmış büyü kokusuydu. Bu adam bir büyücü değildi ama karanlığa dokunmuştu. Kadının içgüdüleri kıpırdadı. Bu, önemsenmesi gereken bir şeydi. Ama aynı zamanda, başını belaya sokabilecek bir şey.
Kadın, yüzünü bozmadı. Soğukkanlılığını koruyarak konuştu:
"Üzgünüm, ama ben isimleri kolay kolay paylaşmam." dedi başını yana eğerek. "Özellikle de... tüccar olduğunu iddia eden ama gözlerinde ticaret değil, tehlike parlayan biriyle."
Sonra yavaşça kolyeyi yerine bıraktı. Elini çekerken yüzünde hafif bir bıkkınlık vardı. Sanki bu tür sahneleri defalarca yaşamıştı.
"Bana bir şey vermek istiyorsanız, o sizin seçiminiz. Ama ben sizin oyunlarınıza katılmayacağım."
Ardından döndü. Kalabalığın içine karışarak oradan kayboldu.Emris, kadının silueti kalabalığın içinde yitip giderken, içindeki karanlığın ilk defa bir isim arzuladığını fark etti. Maske, fener ışıklarının altında yüzünü silerken, Emris onu gözden kaybetmemekte kararlıydı. İçindeki karanlık, bu kadının peşinden gitmesini söylüyordu. Çünkü o bir sırrı taşıyordu.
Karanlık bir sırrı…
Ve Emris, onu ortaya çıkarmaya kararlıydı.