Harem? Absolutely not. ✘
Romance? Absolutely yes. ✓
Academy setting? ✓
A fantastical world? ✓
A strange, unconventional main character? ✓
Bölüm 1: Kızıl Leke ve Yasak Beklenti
Aethelgard İmparatorluk Akademisi, İmparatorluğun kalbinde atan ikinci bir kalp gibiydi.
Sadece bir okul demek, bu devasa yapıyı küçümsemek olurdu; burası başlı başına, surlarla çevrili egemen bir şehirdi.
Gökyüzünü delen fildişi kulelerin etrafında dönen mana bariyerleri, sabah güneşinde yanardöner bir sabun köpüğü gibi parlıyordu.
Akademinin kuzey kanadında, ufuk çizgisine kadar uzanan ve "Fısıldayan Orman" olarak bilinen, asırlık ağaçlarla dolu yasak bölge yer alıyordu.
Güneyde ise öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayan, simyacılardan büyülü silah tüccarlarına kadar her türlü dükkanın bulunduğu, arı kovanı gibi işleyen Ticaret Meydanı uzanıyordu.
Devasa eğitim sahaları, sanki antik devlerin savaş alanıymışçasına genişti; toprak, binlerce yıldır dökülen ter ve büyü kalıntılarıyla harmanlanmıştı.
Burası, hayallerin hem doğduğu hem de acımasızca ezildiği yerdi. Ve bugün, o hayallerin tartıya çıkacağı gündü.
Kızlar yurdunun üçüncü katındaki odada, sabahın ilk ışıkları toz zerrecikleriyle dans ederek içeri süzüldü.
Alicia Emberlune, yatağının kenarında oturuyordu. Derin bir nefes aldı. Odanın sessizliğinde sadece kendi kalp atışlarını duyabiliyordu.
Ayağa kalktı ve bugün hayatını değiştirecek olan üniformasına uzandı.
Önce iç çamaşırlarını giymeye başladı. İnce dantelli sütyeni göğüslerine yerleştirirken hareketleri yavaş ve özenliydi; kopçasını sırtında birleştirirken cildindeki hafif ürpertiyi hissetti.
Aynadaki yansıması solgundu ama vücudu, aldığı zorlu eğitimlerin izlerini taşıyacak kadar fit ve diriydi.
Ardından, kar beyazı gömleğini üzerine geçirdi. Parmakları, düğmeleri tek tek iliklerken hafifçe titriyordu.
Her bir düğme, sanki zırhını kuşanıyormuşçasına bir ciddiyetle yerine oturdu.
Sıra koyu lacivert, pileli eteğe gelmişti. Eteği bacaklarından yukarı doğru yavaşça sıyırırken, kumaşın pürüzsüz uyluklarına sürtünmesi bir hışırtı yankılandırdı.
Fermuarı bel çukurunda birleştirdiğinde, etek ince belini sıkıca sarmaladı ve kalçalarının yuvarlaklığını mükemmel bir şekilde vurguladı.
Son dokunuş için yatağın kenarına oturdu ve bacaklarını hafifçe araladı. Siyah, ipeksi dokulu uzun çoraplarını ayak parmaklarından başlayarak yavaşça, yukarı doğru çekti.
Bileklerinden biçimli baldırlarına, oradan da dizlerinin üzerine kadar . Çorapların dantelli lastik kısmı, dizlerinin hemen üzerindeki yumuşak eti hafifçe sıkıştırıp kavradığında, bacaklarının pürüzsüzlüğünü ve uzunluğunu gözler önüne seren mükemmel okul üniforması tamamlanmış oldu
Boy aynasının karşısına geçti.
Gördüğü suret, imparatorluğun nefret ettiği o simaydı. Beline kadar uzanan, ateş kadar canlı ve kan kadar kırmızı saçları, omuzlarından aşağı bir şelale gibi dökülüyordu. Ve o gözler... Derin, okyanus mavisi gözler.
Alicia, elini kaldırıp alnına düşen kaküllerini parmak uçlarıyla hafifçe düzeltti.
Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken gözlerindeki o ifadeyi yakaladı: Korku. Ve heyecan.
Aniden, iki elini de kaldırıp kendi yanaklarına sertçe vurdu.
" ŞLAK!"
Yanaklarında beliren pembelik, solgun yüzüne can getirmişti. Aynadaki yansımasına parmağını uzattı. "Bugün ne olursa olsun..." diye fısıldadı, sesi kararlıydı. "Bugün herkesin o aptal çenelerini kapatmalarını sağlayacağım. Şaşırmaya hazır olun."
Yüzüne, yıllardır takındığı o sahte ama kusursuz neşeli maskeyi geçirdi.
Dudakları yukarı kıvrıldı, gözlerindeki mavilik daha da parladı. Kapıyı açıp koridora adımını attığında, Alicia artık sadece bir öğrenci değil, sahneye çıkmaya hazırlanan bir oyuncuydu.
Bugün Akademi'de hava, elektrik yüklü bir fırtına öncesi gibi gergindi.
Koridorlardaki uğultu, her zamankinden daha yüksekti. Çünkü bugün, birinci sınıf öğrencilerinin kaderinin belirleneceği **"Ruh Bağı Günü"**ydü.
Bu dünyada mana damarlarına sahip her birey, hayatında sadece bir kez, ruhunun derinlikleriyle rezonansa giren bir varlığı, bir "Sözleşmeli Canavar"ı çağırma hakkına sahipti.
Bu bir piyango değildi; bu, kişinin potansiyelinin, ruhunun ve kaderinin somutlaşmış haliydi.
Öğrencilerin büyük çoğunluğu, C veya D derecesinde, ortalama güçte yaratıklarla dönerdi. Bunlar güvenilir, iş gören ama sıradan varlıklardı.
Ancak herkesin aklı uçlardaydı. Bir yanda, sadece efsanelerde duyulan, imparatorlukları tek başına dize getirebilecek güce sahip S Rank ve üzeri (EX) ilahi varlıklar. Bu, sonsuz bir potansiyel demekti.
Diğer yanda ise... F Rank. Utancın, yetersizliğin ve umutsuzluğun sembolü. Bir sümüklü böcekten bile daha işlevsiz varlıklar. İşin ironik yanı, F Rank bir canavar çağırmak, EX Rank bir canavar çağırmaktan bile daha düşük bir ihtimaldi. F Rank, evrenin size "Sen bir hiçsin" deme şekliydi.
Alicia, ana binaya giden taşlı yolda yürürken adımları kendinden emindi. Eteği rüzgarda hafifçe dalgalanıyor, kızıl saçları arkasında savruluyordu. Ancak etrafındaki dünya, onun bu neşesine tezat bir karanlıkla doluydu.
Kalabalık, o yaklaştıkça ikiye ayrılıyordu. Ama bu, bir prensese gösterilen saygıdan değil, vebalı bir hastadan kaçıştan kaynaklanıyordu.
"Şuna bak..." diye fısıldadı kenarda duran soylu bir öğrenci, yanındaki arkadaşını dürterek. "Utanmadan nasıl da başı dik yürüyebiliyor?"
"Ne bekliyorsun ki?" diye cevapladı diğeri, yüzünü buruşturarak. "O bir Emberlune. Damarlarında o lanetli Cadı kanı akıyor. İhanet genlerine işlemiş."
Alicia, bu fısıltıları duymuyormuş gibi yaptı ama her kelime, kalbine saplanan ince bir iğne gibiydi. Ailesi... İmparatorluğun en köklü ama en nefret edilen soyu.
Yüzyıllar boyunca "Cadı" oldukları için avlanan, en sonunda ise imparatorluğa ihanet suçlamasıyla idam edilen ailesi. Alicia, o kanlı tarihin son yaprağıydı. Yetimhanenin soğuk duvarları arasında büyürken öğrendiği tek şey vardı: Güçsüzsen, sadece bir hedeftin.
Bir kız öğrenci, Alicia geçerken bilerek sesini yükseltti: "Umarım çağırma ritüelinde bir iblis çıkarır da tapınak şövalyeleri onu oracıkta temizler. Okulumuzun havasını kirletiyor."
Alicia duraksamadı. Mavi gözleri, bu nefret denizinin ortasında bir deniz feneri gibi ışıldamaya devam etti.
Çenesini biraz daha yukarı kaldırdı. İnsanların iğrenerek bakması, midesini bulandırsa da bunu dışarı yansıtmadı.
Bakın, diye geçirdi içinden. Bana tiksintiyle bakın. Çünkü birazdan göreceğiniz şeye hepinizden çok ben bile şaşıracağım.
Sınıfının kapısına vardığında, içeriden gelen gürültü kesildi. Bütün gözler, kapıdaki kızıl saçlı kıza, soyunun son temsilcisine çevrildi. Alicia, yüzündeki o yıkılmaz gülümsemeyle sınıfa adımını attı.
Şov başlamak üzereydi.
