"Karanlık iyice çökmeye başladığında içime dolan sıkıntıyla adımlarımı
hızlandırdım. Küçüklüğümden beri en sevmediğim şeydi karanlık. Sonrası
yalnızlık. İkisine de sahiptim. Ya da onlar benim sahibimdi belki de…"
Çalıştığım yarı zamanlı işten geç çıkmak zorunda kaldığım bir gündü. Aslında bu
bir sorun değildi. Eve gitmek yerine başka her yerde olmayı tercih ederdim.
Annemin nefretle karışık donuk bakışlarına bir kez daha maruz kalmamak için…
Gerekirse ölümü göze alırdım.
Bir zamanlar bu evde çiçek açardı.
Annem ve babam birbirine öyle âşıktı ki, evdeki her duvar bile bunu hissederdi
sanki. Aşklarını seyretmek büyülüydü. Bazen yanaklarım utançtan yanarken
gözlerimi kaçırırdım ama içten içe o aşka özendim. O kadar büyülüydü ki… Bir
gün benim de öyle bir sevdam olacağına inanmıştım. Birbirlerine daldıkları o
mahrem anlarda gözleri kimseyi görmezdi. Ben onları görerek büyümüştüm. O çılgın, tutkulu ve saf aşklarıyla sahiplenilerek.
Çocuk aklımla anlamazdım ama sonraki yıllarda düşündüğümde onların ikincisi
olduğunu anlamıştım. Önce birbirleri gelirdi sonra ben. Yani tek ve biricik
olması gereken kızları.
On yaşıma bastığım gündü. Heyecanlıydım çünkü babam en sevdiğim pastaneden, en sevdiğim pastayı alacaktı. Rüzgârlı bir gündü. Evimizi saran çiçeklerin yapraklarını
koparan sert bir rüzgârdı.
O gün midem bozulduğu için annem okuldan almaya gelmişti. Biraz heyecan, biraz
da midemden yükselen ağrılarla rahatsız hissederek evin kapısında durdum.
Annemin zili çalmasını izledim. Bir yandan da midemden yükselen gurultulara karşı sabırsızdım. Tuvalete gitmem gerekiyordu.
Kapı açılmadığında, annemin
anahtarını çıkarışını izledim sessizce. Ucundan sarkan anahtarlıkta babam ve
onun resimleri vardı. Bensiz oldukları zamandan kalma bir anıya aitti.
Kilit döndü yavaşça. Belki de yavaş değildi ama sanki her şey ağır çekimde gibiydi. Eve adım attığım anda, çocukluğumun güvenli sığınağına değil, ömrümün
karanlık koridorlarına girdiğimi bilmiyordum.
Şimdi bile o anı hatırlamak midemi sıkıştırıyordu. Düşüncelerime dalmış bir
halde yürürken boğuk bir inleme sesi duydum. Omuzlarım gerildi. Gözlerim karanlık sokakta sağa sola kayarken, içimde tanıdık bir ürperti belirdi.
Evimden sadece birkaç sokak ötede, kimsenin geçmediği bu eski tuğlalı sokakta yalnızdım. Caddeyi neden kullanmadığımı bilmiyordum. Ayaklarım benden bağımsız buraya taşımıştı bedenimi.
İkinci bir inleme sesi yankılandı. Bu kez daha yakından. İçimdeki korku, bir yılan gibi boğazıma dolandı. Adımlarım istemsizce yavaşladı. Kalbim ise her gölgede bir tehdit varmış gibi çarpmaya başladı.
Ve sonra bir adamın sesi ulaştı. Derin, boğuk ve korkusuz. Tanıdık bir tıklama sesiyle adımlarımı hızlandırdım. Tabanca namlusunun ürpertici sesiyle yutkundum.
Niye geri dönmediğimi bilmiyorum. Gidip, bir şey duymamış gibi davranabilirdim.
Ürkütücü sokakta duyduğum sesleri de, diğer sesler gibi zihnimin bir köşesine gömebilirdim.
Köşeyi döndüğümde ne göreceğimi bilmiyordum ama bu kadarına da hazırlıklı değildim.
Yerde yatan iki adamın cansız bedeni ilişti gözüme. Ömrüm boyunca unutamayacağım o kanlı portreye eklenen yeni bedenlerdi onlar.
Çıkmaz sokağın köşesinde, tam karşımda iki adam duruyordu. İki bedende
birbirinden heybetliydi. O kadar uzunlardı ki, bulanık kafamla bile fark etmiştim. Arkası dönük olanın yüzünü göremiyordum ama elinden diğer adamın kafasına uzanan silahı net görebilmiştim. Boğazıma sarılan yılan artık iyice dolanmış, nefesimi kesiyordu.
Bir ses çıkardım…
Ya da çıkarmadım.
Ellerim ağzımın üstünde, irice açılmış
gözlerimle oradan kaçmanın yolunu ararken namlunun ucundaki adamın buz mavisi gözleri
bana döndü. Hasta olmalıydım. Hastalığın çöktüğü evimde yaşarken, benim de
aklımda eksik bir şeyler oluşmuş olmalıydı. Başka türlü o anda, silahların ve
cesetlerin olduğu sokakta kendi kara gözlerime değen mavi gözlere hayran kalamazdım.
Bir adım geri çekildim, kaçmaya hazırlanırken o ana kadar fark etmediğim bir taş parçasına takıldı ayakkabım. Çıkardığım ses yankılandı. Diğer adamın sert gözleri de bana döndüğünde çılgınca tuttuğum nefesim boğazıma takıldı. Diğerinin aynısı mavi gözlerle bakışırken sertçe geriye sendeleyip, duvardan
destek almak için tutundum.
Her şey bir anda oldu. İlk adam, diğer adamın boşluğundan yararlanarak silaha
uzandı ve kafasından çekti. İkilisi arasında yaşanan arbede esnasında ıssız
sokakta bir silah sesi duyuldu. Hangisinin mermiyi yediğini görmek için
bakındım ama tek gördüğüm bana kilitlenmiş mavi gözlerdi. Bir bulanıklık kapladı bakışlarımı. Canımın yandığını hissediyordum ama neden yandığını anlamadım. Elim benden bağımsız karnıma geldiğinde, hissettiğim ıslaklık ile irkildim. Kafam yavaşça aşağı düştü. Siyah saçlarım iki yanımdan bukleler
halinde belime döküldüğünde kanın ağır kokusu ile bulanmışlardı.
Bacaklarım beni taşımayı bıraktı. Bedenim öne doğru düştüğünde yüzüm sert taşlarla buluştu. Gözümden akan yaşlarla ileriye şokla bakıyordum.
Babamın kanla bulanmış bedeni tam yanımda yatıyordu. Zaman bir bıçak gibi
boğazımı kesti.
Bakışlarımız birleşti, son nefesimi verir gibi bir sessizlik çöktü üzerime.
Sonra bilincim karanlığa gömüldü.
