WebNovels

Chapter 14 - Antrenman

Sarayın ağır kapılarından içeri giren Yui, ayak seslerini bastırmaya çalışarak sessizce koridorlarda ilerledi. Yüksek tavanlardan süzülen ışık, taş duvarlara vuruyor, gölgeler adeta canlıymış gibi kıpırdanıyordu. Yui'nin kalbi, hâlâ yolculuğun yorgunluğundan ve yaşananların ağırlığından hızla çarpıyordu.

Arisawa'nın odasının önüne geldiğinde bir an durdu, derin bir nefes aldı. Parmaklarıyla kapıyı üç kez tıklattı. Sessizlik. İçeriden tek bir ses gelmiyordu. Kaşlarını çatarak elini tokmağa koydu ve kapıyı yavaşça itti.

— İçeride değil mi acaba…

Kapı gıcırdayarak açıldığında, gördüğü manzara karşısında gözleri büyüdü. Odanın ortasında, büyük masanın üzerinde uzanmış bir adam yatıyordu. Sarayın en disiplinli kişisi olarak bilinen Arisawa… derin bir uykudaydı.

Yui'nin dudakları aralandı.

— Bu adam ciddi mi? Gerçekten uyuyor mu?" 

Temkinli adımlarla masaya yaklaştı. İçinde hafif bir tereddüt vardı ama merakı ağır bastı. Arisawa'nın yüzüne baktığında, normalde sert olan ifadelerinin uykunun dinginliğiyle yumuşadığını fark etti. Elini uzattı… parmakları hafifçe Arisawa'nın koluna dokundu.

Bir anda Arisawa yerinden fırladı.

— HAH!

Arisawa'nın sesi odanın duvarlarında yankılandı. Yui çığlık atarak geri sıçradı.

— Ahhh! Ne yapıyorsunuz?!

Arisawa gözlerini ovuşturdu, kısa bir an ne olduğunu kavramaya çalıştı, ardından gülümsemeye benzer bir ifadeyle konuştu.

— Ha… Sen miydin? Korkuttuysam özür dilerim.

Yui derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı.

— Yok sorun değil… ama burada böyle uyumanız hiç iyi değil.

Arisawa'nın gözleri sertçe parladı, ifadesi bir anda değişti.

— Nerede uyuduğumun bir önemi yok, önemli olan uyumaktır.

Yui istemsizce irkildi.

— H-haklısınız…

Sessizlik kısa bir süre havada asılı kaldı. Sonra Arisawa kaşlarını çatarak sordu:

— Peki sen neden buradasın? Görev ne oldu?

Yui toparlanarak raporunu vermeye başladı.

— Görev… yarı başarılı, yarı başarısız sayılır. Biz gittiğimizde iki elçi çoktan ölmüştü. Ama Konsey üyesi Sorane'nin öğrencilerini kurtardık ve buraya getirdik.

Arisawa başını hafifçe salladı.

— Peki, takım arkadaşların nerede?

— Yaralandılar ama durumları kötü değil. Onları saraya getirmedik.

— Peki ama neredeler?

— Ormanın yakınında yaşayan bir tanıdığıma bıraktım. Eğer beş gün içinde gelmezlerse gidip alacağım.

— Beş gün mü?! Arisawa'nın yüzü ciddileşti.

— Bu çok fazla.

— Onları emanet ettiğim adam bir dojo işletiyor. Yanında sadece bir öğrencisi var. Muhtemelen onlara beş gün boyunca eğitim vermek istiyor.

Arisawa kısa süre düşündü, sonra sert sesiyle konuştu:

— Anladım. Ama bu iş senin sorumluluğunda. Beş gün içinde dönmezlerse bizzat sen ilgileneceksin.

— Tabii ki.

— Arkadaşların dönene kadar sana yeni görev vermeyeceğim. Biz de antrenman yapacağız. Şimdilik odana geçip dinlenebilirsin.

Yui başını eğdi. 

— Tamam. Bir şey istediğinizde çağırabilirsiniz beni.

Kapıya yönelirken, tam çıkacakken Arisawa'nın sesi odayı doldurdu.

— Dur… Yui sen gerçekten kimsin?

Yui donakaldı. Kalbi hızla çarptı ama yüzüne bir gülümseme kondurarak arkasını döndü.

— Ben Yui'yim. Ne demek istediğinizi anlamadım.

Arisawa, gözlerini kısmış halde düşündü. Bu ifade… tıpkı o kızınki. Kesinlikle bir şeyler saklıyor.

— Tamam, çıkabilirsin.

Yui kapıyı kapatıp uzaklaşırken içinden geçirdi:

Bu adam… tehlikeli.

Koridorlarda yankılanan adımlarıyla odasına doğru yürüdü.

Aynı anda, Sisli ormanın içinde, bir dojo bahçesinde…

Akira ve Raiga, terden sırılsıklam olmuş halde, tahta kılıçlarını sımsıkı tutarak nefes nefese Morvan'ın karşısında duruyorlardı.

"Hey…" dedi Akira, soluğunu toparlamaya çalışarak. 

— Artık… biraz dinlenemez miyiz?

Morvan'ın yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.

— Ne? Yoruldun mu? Daha yeni başladık oysaki.

Sözünü bitirir bitirmez tahta kılıcını hızlı bir hamleyle savurdu. Akira bacağını koruyamadan darbenin etkisiyle sendeledi.

"Ahhh!" diye inledi acıyla.

Raiga, öfkeyle dişlerini sıkarak ileri atıldı.

— Herif! Buraya bak!

Morvan, dudaklarını kıvırarak başını ona çevirdi.

— Böyle söylersen gizli saldırının ne anlamı kalır ki?

Bir anda arkasını döndü ve Raiga'nın hamlesini savuşturup güçlü bir darbe indirdi. Tahta kılıcın tok sesi havada yankılandı. Raiga, kontrolünü kaybederek birkaç metre savruldu ve yere çakıldı.

"Ughhh…" Raiga'nın dudaklarından kan sızarken nefesleri hızlanmıştı.

Akira, dişlerini sıkarak arkadaşına seslendi.

— Morvan doğru söylüyor, aptal! Madem gizli saldırı yapacaksın, niye bağırıyorsun?!

Raiga homurdandı. 

— Sessiz ol!

Morvan ise onlara yaklaşarak kılıcını yere dayadı.

— Siz daha yolun başındasınız. Düşmanınız bağırmaz, acımaz, durmaz. Eğer zayıflığınızı gösterirseniz, o an ölürsünüz.

Sözlerini bitirir bitirmez gözleri keskinleşti, ardından yıldırım gibi hızla tekrar harekete geçti.

Akira refleksle kılıcını kaldırdı, ama Morvan'ın darbeleri üst üste yağmur gibi yağmaya başladı. Her vuruşta tahta kılıçlar birbirine çarpıyor, kulakları sağır eden tok sesler bahçeyi dolduruyordu. Akira'nın kolları titremeye başladı, nefesi kesiliyor, bacakları güçsüzleşiyordu.

Raiga yeniden toparlanıp ayağa kalktı. "Beni unutma!" diye haykırarak yanından atıldı. İkisi yan yana gelip Morvan'a karşı birlikte saldırmaya başladılar.

Ama Morvan'ın gözleri parlıyordu. Her hareketinde ölümcül bir ustalık vardı. Raiga'nın saldırısını boşa çıkardı, Akira'nın darbesini tek hamlede savuşturdu. Ardından aniden hızını artırarak ikisini birden geriye itti.

Tahta kılıçların çarpışmaları, taş zeminde yankılandı. Tozlar havalandı, nefesler hızlandı.

Morvan gürledi:

— Gerçek savaşta tek bir anlık tereddüt hayatına mal olur! Saldırın! Daha hızlı! Daha güçlü! Eğer düşerseniz, tekrar kalkın!

Akira ve Raiga göz göze geldiler. Yorgunlukları vardı ama geri çekilmek istemiyorlardı. Gözlerinde, inatçı bir ateş yanıyordu. Yeniden ileri atıldılar.

Dojo bahçesinde tahta kılıçların çarpışma sesleri, geceyi delen bir yankı gibi havayı dolduruyordu. Ter, gençlerin yüzlerinden süzülüyor; nefesleri kısalıp göğüslerinden boğuk sesler çıkıyordu. Fakat Morvan, karşılarında dimdik, sanki yorulmak bilmeyen bir dağ gibi ayakta duruyordu. Her vuruşu, her adımı, ikisini de nefessiz bırakıyordu.

Akira, kılıcını bir kez daha kaldırıp Morvan'ın darbesini karşıladı. Kolları zangır zangır titriyordu. Soluk soluğa, güçlükle konuştu:

— Morvan… siz… siz Arisawa'dan bile daha güçlü olabilirsiniz…

Morvan'ın gözleri kısılırken yüzünde en ufak bir gurur belirtisi bile olmadı. Soğuk, düz bir sesle cevap verdi:

— Kimden bahsettiğini bilmiyorum. Ayrıca… savaşırken konuşmak iyi bir şey değildir.

Sözünün bitimiyle birlikte yıldırım gibi hareket etti. Tahta kılıcı Akira'nın koluna sertçe indi; acının şiddetiyle Akira geri sendeledi. Morvan, hiç vakit kaybetmeden arkasını dönerek Raiga'nın hamlesini karşılayıp kılıcını Raiga'nın kılıcına vurdu. Tok bir ses bahçeyi doldurdu, Raiga dişlerini sıkarak geri çekildi.

Raiga öfkeyle haykırdı:

— Bizim mavi saçlı herif, bir konseyi üyesi!

Morvan, kılıcını yere paralel tutarak kısa bir kahkaha attı.

— Tanımıyorum. Ama konseyi üyesi olduğuna göre… güçlü olmalı, değil mi?

Akira, gözlerini kısarak yeniden ileri atıldı.

— Evet! Arisawa acayip güçlüdür. Ama sizin hareketlerinize bakılırsa… siz ondan daha güçlü bile olabilirsiniz!

Morvan, gençlerin kılıçlarını savuştururken yüzüne gölge düşmüş gibiydi.

— Konsey üyeleri genelde savaşlara girmez. Ama ben gençken… çok fazla savaşa girdim.

Raiga kahkahasını bastıramadı.

— Gençken mi? Sanki bir moruk gibi konuşuyorsun!

Morvan'ın ifadesi bir anda ciddileşti.

— Ben yüz otuz yaşındayım.

Akira ve Raiga'nın gözleri aynı anda büyüdü. Ellerindeki kılıçları bile unutacak gibi donakaldılar. Onları izleyen Kian da irkilmişti; gözleri fal taşı gibi açılmış halde Morvan'a bakıyordu.

Raiga alaycı bir sesle çıkıştı:

— Böyle şakalar komik değil!

Akira da ona katıldı.

— Evet, evet! Bizi kandırmaya çalışma!

Ama Kian, sesinde titrek bir güvenle konuştu:

— Bana bundan hiç bahsetmemiştiniz… Ama Morvan asla yalan söylemez.

Raiga küçümseyerek homurdandı.

— Herif dalga geçiyor, her şeyi bu kadar ciddiye alma.

Kian geri adım atmadı, gözleri parlıyordu.

— Hayır! Morvan asla yalan söylemez!

Akira'nın sesi titredi.

— O-o… z-zaman…

Morvan kılıcını omzuna yasladı, derin bir nefes aldı.

— Evet. Duyduğunuz doğru. Ben yüz otuz yaşındayım. Yani çok büyük bir savaş deneyimim var.

Raiga kahkahayı attı.

— Hah! Artık sana ihtiyar moruk diyeceğim!

Kian öfkeyle ona döndü.

— Morvan'la dalga geçmeyin!

Akira'nın zihninde sorular birbiri ardına çakıyordu.

— Peki bu nasıl mümkün oluyor? Ne yaşlı görünüyorsunuz… ne de güçsüzsünüz.

Morvan'ın gözleri karardı.

— Aslında bu… sınırlı kişinin yapabildiği bir teknik.

Akira şaşkınlıkla fısıldadı.

— Yoksa… Ruh Tekniği gibi mi?

Morvan başını salladı.

— Evet. Ruh Tekniği gibi… ama daha fazla eksileri var.

Akira ile Kian aynı anda sordular:

— Nasıl yani?

Morvan'ın sesi ağırlaştı.

— Ruh Tekniğini kullandığında, gücün yarıya düşer. Ama kıyamet gelene kadar asla azalmaz. Fakat benim tekniğim farklı… Yüz yıl gençleştiğim için, bende gücümün sadece yarısını kullanabiliyorum ama gençleştiğim zaman boyunca güç kaybedeceğim.

Akira'nın gözleri şokla büyüdü.

— Nee?! Sadece yarısı mı? Ona rağmen…

Kian'ın sesi titredi.

— B-bu… inanılmaz!

Raiga ise küçümseyici bir tavırla konuştu.

—'Bu moruk kesin bizimle dalga geçiyor.

Morvan'ın bakışları sertleşti.

— Bu tekniğin en büyük sıkıntısı… gençleşecek gücün bittiği an, ölürsün.

Kian'ın yüzünde endişe belirdi.

— O zaman… neden Ruh Tekniğini kullanmadınız?

Morvan kısa bir süre sessiz kaldı. Gözleri sanki geçmişin karanlığına dalmış gibiydi.

— Çünkü… Neyse. Hadi antrenmana devam.

Raiga kılıcını savurarak homurdandı.

— Peki moruk… sen neden daha tanışalı bir gün bile olmayan bize antrenman yaptırıyorsun?

Morvan, gözlerini Akira'ya çevirdi.

— Çünkü Akira bana… savaştığınız ruhu anlattı.

Akira başını kaldırdı.

— Evet, anlattım. Ama ne alakası var?

Morvan'ın sesi bir anda sertleşti.

— Kaos harekete geçmiş demek oluyor.

Raiga ve Kian'ın yüzleri dondu. İkisi de aynı anda fısıldadı:

— Kaos… harekete mi geçti?

Akira şaşkınlıkla araya girdi.

— Kaos derken… Volgrath kardeşlerin hepsi ölmedi mi zaten?

Morvan başını iki yana salladı.

— Bilmiyorum. Ama sanırım bazıları Ruh Tekniğini kullandı.

Raiga ve Kian'ın yüzlerindeki öfke birden alevlendi. Dişlerini sıkarak aynı anda haykırdılar:

— Onları bulup öldüreceğim!!!

Kian, Raiga'ya döndü.

— Sen… neden onları öldürmek istiyorsun?

Raiga'nın gözleri parladı, sesi öfkeyle titriyordu.

— Onlar benim ailemi öldürdü… Kaos'un toprağı! Onu kesinlikle öldüreceğim!

Kian başını eğdi, gözlerinde karanlık bir gölge belirdi.

— Anladım.

Raiga, ona şüpheyle baktı.

— Peki sen?

Kian yumruklarını sıktı.

— Çölün nefreti… benim ailemi öldürdü. Beni Morvan kurtardı ve buraya getirdi.

Akira, şaşkınlıkla mırıldandı.

— Yani… bu yüzden burada Morvan'la yaşıyorsun.

Kian'ın yüzü bir anda heyecanla parladı.

— Evet! Morvan onları öldürebilir. Ve ben de onun kadar güçlü olursam…

Raiga gözlerini kıstı.

— Gerçekten onları öldürebilir misin?

Morvan, sessizce başını salladı.

— Şu anki halimle… Çöl'ün ve Buz'un Kaos'unu öldürmem imkânsız. Hatta en iyi zamanımda bile, Çöl Kaosunu öldüremem.

Kian'ın sesi kararlıydı.

— Ama bir gün seni geçeceğim! Ve Çöl Kaosunu ben öldüreceğim!

Morvan'ın yüzü gölgelerle kaplandı, gözlerindeki parıltı sönmüştü. Akira bunu fark etti.

— Çöl Kaosu… ne kadar güçlü?

Morvan ağır bir nefes verdi.

— Ondan sonra… aralarındaki en güçlüsü.

Üçü de donup kaldı.

Akira sordu.

— O? O dediğiniz kişi kim?

Kian'ın yüzü dehşetle gerildi.

— Ne… daha güçlüsü de mi var?

Morvan, bakışlarını yere indirdi.

— Boş verin.

Akira geri adım atmadı.

— Hayır! Bunu öğrenmek istiyorum! Valtherion da bana tek kelime etmiyor. Sürekli bahsettiği 'O'… kim bu kişi?

Morvan'ın sesi taş gibi sertti.

— Bunu ona sor. Elbet bir zaman… sana gerçekleri anlatır.

Üç genç, Morvan'ın suskunluğunu bozması için ısrar ettiler. Ama Morvan dudaklarını sıkıca kapalı tuttu. O karanlık sır, konuşulmaya hazır değildi.

Ve gece boyunca, kılıç sesleri yeniden yankılandı. Her darbe, gölgelerin arasında saklı daha büyük bir savaşın habercisiydi.

Uzun ve yorucu geçen bir günün ardından dojo bahçesindeki antrenman nihayet sona ermişti. Akira ile Raiga, bedenleri yara bere ve morluklarla kaplı halde, sendeleyerek içeri döndüler. Tahta kılıçların izleri kollarında, omuzlarında derin bir sızı gibi hâlâ yanıyordu.

Raiga, öfkeyle dişlerini sıkarak homurdandı:

— İhtiyar moruk… az kalsın bizi öldürecekti!

Akira, nefes nefese kalarak yere çöktü.

— B-bu antrenman… korkunçtu…

O sırada Kian, küçük yer yataklarını hazırlıyordu. Yüzünde sakin ama kararlı bir ifade vardı. Başını kaldırıp konuştu:

— Morvan antrenmanları sert yapar ama aslında iyi bir insandır.

Akira, acıyla kolunu ovalarken ters ters baktı.

— İyi bir insan mı?! Heryerimiz morardı. Ayrıca… sen her gün bu antrenmanı mı yapıyorsun?

Kian hiç düşünmeden cevap verdi.

— Evet.

Raiga inanamaz bir şekilde gözlerini kısarak ona yaklaştı.

— Sen… nasıl hâlâ yaşıyorsun, velet?!

Kian, içten bir gülümsemeyle omuz silkti.

— Alıştım artık antrenmanlara.

Akira bir süre düşündü, sonra yorgun bir sesle konuştu:

— Ama… sanırım iyi bir insan derken haklısın. Kaos'un harekete geçtiğini söyledi… bizi güçlendirmek istiyor.

Kian, gözlerinde saygıyla parlayan bir ifade belirdi.

— Evet. Bu yüzden iyi bir insandır. Her zaman başkalarını düşünür.

Raiga yatağına uzanırken merakla sordu:

— Geçmişi hakkında bir şey biliyor musun?

Kian başını iki yana salladı.

— Hayır. Hatta yaşlı olduğunu biliyordum ama… yüz otuz yaşında olduğunu bile yeni öğrendim.

Akira, derin bir nefes aldı.

— Kendi hakkında konuşmayı sevmiyor. Demek ki geçmişte… kötü şeyler yaşamış.

Kian sessizleşti, ardından bakışlarını Akira'ya çevirdi.

— Sahi… sizin arkadaşınızla arası baya kötü gibiydi."

"Sanırım Yui'yi diyorsun." dedi Akira. 

— Bize de söyledi… başkentte tanışmışlar ama bir arkadaşından dolayı araları kötüymüş.

Kian başını salladı.

— Ben buna inanmıyorum.

Raiga, gözlerini aralayarak homurdandı.

— Neden?

Kian ciddileşti.

— O çocuk bir şeyler saklıyor.

Akira itiraz eder gibi baktı.

— Zannetmiyorum… ama Yui'yle tekrar görüştüğümüzde sorarım.

Kian, hafif bir tebessümle eğildi.

— Teşekkür ederim.

Tam o sırada Akira, Raiga'ya dönüp konuşmak istedi ama baktığında Raiga'nın çoktan uykuya daldığını gördü. Ağzı hafifçe açık, huzursuz nefesler alıyordu.

— Nasıl bu kadar hızlı uyudu!! Daha konuşmamız bile bitmemişti!

Kian kısık bir kahkaha attı.

— Neyse… biz de uyuyalım. Yarın yine aynı şekilde sert bir antrenman yapacaksınız.

Akira tavana bakarak içini çekti.

— Offf…

Sonunda göz kapakları ağırlaştı ve birkaç dakika içinde uykuya teslim oldu.

Aradan üç gün geçti. Akira ve Raiga, her günü aynı acımasız antrenmanlarla doldurdular. Her darbe, her çarpışma onları biraz daha güçlendiriyor ama bedenlerini de aynı ölçüde zorluyordu. Sonunda, ayrılmadan önce yapacakları son antrenman günü geldi.

Sabahın erken saatlerinde Akira, Raiga'nın yanına gidip onu dürttü.

— Raiga, hadi kalk! Son antrenmanımız… sonra saraya döneceğiz.

Raiga, yüzünü yastığa gömerek homurdandı.

— Bir sus be… azıcık uyuyayım…

Akira'nın sabrı taşmıştı.

— Uyuyacak vakit yok, aptal!

— Kes sesini… biraz daha uyuyayım.

— Aptal!

Tam o sırada dojo kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeri Morvan girdi.

Akira şaşkınlıkla doğruldu.

— M-morvan!

Raiga bir anda irkilerek ayağa fırladı.

— Emredersiniz, Morvan efendi!

Morvan, soğuk bir ifadeyle başını salladı.

— Hadi. Son antrenmanınız için sizi bekliyorum.

İkili isteksizce giyinip dojonun bahçesine çıktılar. Kian da her zamanki gibi kenarda yerini almış, onları izlemek üzere oturmuştu.

Morvan'ın sesi sertti:

— Elinize kılıçlarınızı alın ve kıyafetlerinizi giyin.

Akira ve Raiga aynı anda cevap verdiler:

— Tamam!

Morvan kılıcını yere doğru indirdi.

— Şimdi… saldırın.

Akira hızla ileri atıldı. Kılıcını bütün gücüyle savurdu. Ama Morvan tek eliyle kılıcı karşılayıp Akira'yı geriye püskürttü.

"Ahhh!" Akira sendeleyerek yere düştü.

Hemen ardından Raiga devreye girdi. Onun darbeleri Akira'ya göre daha yavaş ama sertti. Yine de Morvan'ın gözlerinde küçücük bir kıvılcım bile oluşturamadı. Usta, kolayca savuşturdu.

Akira dişlerini sıkarak ayağa kalktı.

— Ahhh… dört gündür antrenman yapıyoruz. Size karşı hâlâ hiçbir şansımız yok!

Morvan'ın sesi ağır ve öğreticiydi.

— Dört günde sonuç almayı beklemeyin. Gücünüzü savaşarak, deneyimlerle öğreneceksiniz.

Akira, nefesini toparladı.

— Haklısınız… Kaos'la savaşarak daha fazla güçlenip deneyim kazanabiliriz.

Raiga öne çıkarak sert bir şekilde sordu:

— Peki moruk… biz şu Çöl Kaosu'yla ya da daha önce bahsettiğin 'o herifle' karşılaşırsak ne olur?

Morvan'ın yüzü bir anda kasıldı. Sert, buz gibi bir sesle cevap verdi:

— Ölürsünüz. Direnmenize gerek yok.

Akira ve Raiga'nın yüzleri dondu. Sessizlik birkaç saniye boyunca bahçeyi kapladı. Sonra Akira öfkeyle bağırdı:

— Yani onlarla karşılaşınca hiçbir şey yapmayıp ölümü mü kabullenelim?! Ya da canımız için yalvarıp, onların bizi bağışlamasını mı bekleyelim?!

Morvan'ın bakışları, Akira'nın üzerine kilitlendi. Bir anda zihninde geçmişin karanlık görüntüleri canlandı.

Küçük bir ev alevler içinde yanıyordu. Gökyüzü kara dumanlarla kaplanmıştı. İnsanlar çığlıklar atarak sağa sola kaçışıyor, kimi topraklara kapanıp kurtuluş umuyordu.

Morvan, o an yerde diz çökmüş, üstü kan içindeydi. Yanında annesi ve babası, korkudan tir tir titriyordu. Önlerinde suratı karanlıkta seçilemeyen, elinde kanlı bir kılıç tutan bir adam dikiliyordu.

Adamın sesi, buz gibi bir rüzgâr gibi içlerini deldi.

— Morvan'dı değil mi?

Morvan titriyordu. Cevap veremedi.

Adam bir adım yaklaştı.

— Sen güçlüsün… ve şanslısın. Çünkü seni öldürmek, ideallerime aykırı.

Morvan umutla kafasını kaldırdı. Sesinde korkuyla karışık bir yalvarış vardı.

— G-gerçekten m-mi?

Adam bir anda önünde belirdi, kanlı kılıcı Morvan'ın ellerine verdi. Yüzünü karanlık gölgeliyordu, ama sesi buz gibiydi.

— Evet. Canını bağışlayacağım… ama bir şartla.

Morvan'ın dudakları titredi.

— N-ne istiyorsun?

Adam, kılıcı annesi ve babasına doğru çevirdi.

— Onları öldür.

Morvan'ın gözleri dondu. O an paramparça oldu.

Dojo bahçesinde Akira'ya bakan Morvan'ın yüzünden ince bir gözyaşı süzüldü. Bağırarak konuştu:

— Yaşamak istemenin ne suçu var ki?! Yenemeyeceğin bir düşman karşısında yalvarmanın…

Akira, Raiga ve Kian donakaldılar. Morvan'ın gözyaşını gördüklerinde yüreklerine garip bir sızı oturdu.

— Morvan… siz iyi misiniz?

diye sordu Akira, endişeyle.

Morvan derin bir nefes aldı, gözlerini yere indirdi.

— Bugünlük antrenmanı burada bitirelim. Siz atları hazırlayın. Ben birazdan sizi uğurlamaya gelirim.

Akira başını salladı.

— Tamam.

Üç genç atları hazırlamak için ahıra gittiler. Kian onlara yardım ederken sessizliğini bozdu.

— Bu ihtiyar… ne yaşadı acaba?

Kian başını salladı.

— Bilmiyorum. Öğrenebileceğimizi de zannetmiyorum.

Akira ipleri sıktı.

— Atlar hazır… artık gidebiliriz.

Kian onlara dönüp sordu:

— Yolu tekrar anlatmamı ister misiniz?

Raiga kibirle güldü.

— Gerek yok! Ben çok iyi bilirim.

Akira hemen çıkıştı:

— Ne?! Sana kalsa ormanda kesin kaybolurduk!

Raiga tersledi.

— Kapa çeneni, aptal!

Atlar hazırlanmıştı. Morvan ağır adımlarla yanlarına geldi.

— Demek hazırsınız.

Akira başını salladı.

— Evet.

İkisi de atlarına bindiler.

Morvan, gözlerinde yumuşak bir parıltıyla konuştu.

— Sizi tekrar bekliyorum. Kapım… her zaman öğrencilerime açık.

Akira saygıyla eğildi.

— Teşekkür ederiz, Mor—

Raiga lafını kesti.

— Sanki buraya tekrar geliriz de, moruk. Az kalsın ölüyorduk!

— Hey, Raiga! Biraz kibar ol!

diye çıkıştı Akira.

Kian kahkaha attı.

— Görüşürüz!

"Görüşürüz," dedi Akira, gülümseyerek.

İkili yavaş yavaş uzaklaşırken Kian ve Morvan, ormanın kıyısında onlara el salladı.

Atlar ormandan çıktığında Raiga aniden durdu.

— Hey hey! Biz ormandan çıktık ama saraya nasıl gideceğiz?!

Akira şaşkınlıkla kafasını kaşıdı.

— Sahi… onu düşünmedik. Ama… şuradandı sanırım.

Raiga homurdandı.

— Sanki sana güvenirim, aptal!

Akira dudak büktü.

— Güvenmezsen güvenme, aptal. Ben giderim, sen kalırsın.

Raiga söylenerek onu takip etti.

— Tamam be, geliyorum!

İkili, dört saat boyunca at üstünde kavga ede ede ilerlediler. Her tartışma, yolun sıkıcı sessizliğini bozuyordu. Sonunda, ufukta sarayın yüksek duvarları göründü.

Akira derin bir nefes aldı, yüzünde yorgun ama mutlu bir gülümseme vardı.

— Ohhh… sonunda geldik.

More Chapters