WebNovels

Chapter 2 - 2. BÖLÜM- KADEHİN DİBİNDEKİ GÜNAH

2. BÖLÜM- KADEHİN DİBİNDEKİ GÜNAH

"Her insan, eninde sonunda kendi hayatı sandığı bir hikâye uydurur…" -Max Frisch

Kalbini acıtan şeyin kendine bile ifade edemediğin şeyler olduğunu anladığında elindeki anahtar önündeki kapının deliğine uymuyor. Zihnini saran yılanları yuttuğunda zehirlenebilirsin ama tersi sözlerin tesiridir. Bir söz, yılandan daha çok yaralar.

Hayata gelmek isteyip istemediğini sana sormazlar ya da ailenin kim olmasını isteyeceğini de. Sen yalnızca var olursun ve bundan sonrası senin hayatındır. Bazı anlar vardır, anlarsın. O an bundan önce ne yapıyormuşum, dersin. Kendini parmaklıklar ardından çıkartmalısın; çünkü kimse konfor alanında güçlü kalmayı öğrenemez. Anlamak için dışarıya bakman ya da buna itilmen gerekir.

İnsan psikolojisi gerçekten çocukluğuna bağlıymış. Yetişkinliğinde sergilediği davranışlar derinlerine inildiğinde bir bir göz önündeymiş işte. Kız çocuklarını en çok babaları yaralıyormuş mesela ya da dışarıdaki etkilendiği hareketlere babasından görmediği için kanıyormuş.

Bir defa canı yanan çocuk mutluluğu ararken kendini kaybedebiliyormuş. Kalbini sıkan bir avuç varken nefes alamıyormuş da yaşıyorum diyormuş, baksana hala oksijen ciğerlerime iniyor. Buna yaşamak denmiyor mu?

 

 

 ''Hanımefendi, kapatıyoruz. Hanımefendi?'' Omuzuna dokunan eli hissettiğinde yerinden sıçradı. Sandalyeden düşmek üzereyken gözlerini kırpıştırarak karşısındaki yabancının kim olduğuna bakıyordu Açelya. Ani bir baş ağrısı ile elini alnına dayadı ve kendi kendine söylendi. Of, bu ne yorgunluk, birayla sızmışım ben diye mırıldandı. ''Kapatmamız gerekiyor.'' Elini alnından çekerek karşısındaki tuhaf tipli adama odaklandı.

''Çıkıyorum sakin!'' dedi azarlar bir tavırla, ceketini üzerine giydi ve çantasını alıp mekânı yalpalayarak terk etti. Çalışanlardan ve kendisinden başkası kalmamıştı. Sarhoşluğun etkisi değil yorgunluğun bitkinliğiydi. Muhtemelen tansiyonu aşağılarda yüzüyordu. Bir dakika, diye mırıldanıp duraksadı. Bir şeyler hatırlıyordu. Yanına gelen kadını, korkunç itirafını. Nasıl bir bilinçaltıydı ama, kabustu tabii. Kadına ne kadar takılmışım. Sanırım bir psikolog randevusuna ihtiyacım var, diye söylendi. Gerçek değildi, onunla konuştuk ama son söyledikleri benim kâbusumdu…

Dışarıya adım attığında soğuk hava sertçe yüzüne çarptı. Kaşlarını çatarak ceketinin önünü kapattı. Adımlarını sallanan bir ritimle atıyor, gecenin sessizliğinde kendi düşüncelerine dalıyordu. Bir yandan adliyedeki kritik davalardan bir yandan da içsel savaşlarından kaçmaya çalışıyordu.

Pub'ın çaprazında eski, yıkılmayı bekleyen bir apartman vardı. Yıllardır böyle söyleniyordu ama ne gelen vardı ne giden. Apartmanın girişinde bir siluet fark etti Açelya. Doğrudan ona bakıyordu ama yüzünde maske vardı. Gözlerini kısarak net görmeye çalıştı. Simsiyah saçları vardı ya da karanlıkta böyle görünüyordu, yapılı ve iriydi de. Açelya önüne döndü ve kısa süre sonra taksiye atlayarak orayı terk etti.

Eve vardığında, yolda sipariş ettiği yemek siparişini kapının kulpunda buldu, kuryeye not düşmüştü. İyi bir duş alıp temiz ev kıyafetlerini giyindi. Mutfak masasına oturduğunda alnının ağrıdan sızım sızım sızladığını fark etti. Kaşlarını çatarak kafasını kaldırdığında tabloyu gördü. Çalışırken kullandığı tabloyu.

Tabloyu Sezen Zeydan'ın cesedinin bulunduğu günün ertesinde asmıştı. Soruşturma geliştikçe haritayı sayısı durmadan artan mavi raptiyelerle süslemişti. Her raptiye kurbanla ilgili bir bilgiyi temsil ediyordu. Evini, ailesini, küçük bir kız oluşunu, belki asosyalliğini, vahşice katledilişini, kanları, otopsiyi. Akrabalarının oturduğu evleri, her gün yolunun nerelere düştüğünü. Kısacası, avın yaşam alanını. Günlük faaliyetlerinin birinde, her insanın yolu onunla kesişmiş olmalıydı. Nerelere gittiğimiz, neleri bildiğimize bağlıdır; neler bildiğimiz de nereye gittiğimize. Peki, katil nereye gitti, diye düşündü. Onun dünyası nelerden oluşuyor? Soğan halkası ve küçük tavuk parçalarından oluşan, yanında bir şişe birayla yediği sağlıksız yemeğini bitirirken haritaya gözlerini iyice kısarak odaklandı. Davlumbazın yanındaki duvara tutturduğundan her sabah kahvesini içerken her akşam yemeğini, tabii eğer yemek saatinde eve gelmeyi başarmışsa, yerken bakışlarının karşı konulmaz bir biçimde mavi raptiyelerin üzerinde dolaştığını fark ediyordu. Başka kadınlar mutfak duvarlarına çiçek posterleri, kitap afişleri asarken o oturmuş bir cinayet için oluşturduğu haritaya bakıyor, ölenlerin hareketlerini izlemeye çalışıyordu. İşte bütün hayatı bundan ibaretti; yemek, uyumak ve çalışmaktan. Bu daireye taşınalı yaklaşık üç yıl olmuştu ama duvarlarda hâlâ pek az süs vardı. Ne bir bitki, ne bir çiçek… Kim sulayacak vakit bulacaktı ki?, diye söylendi. Ne aptalca ıvır zıvır, hatta ne de perde. Pencerelerde sadece jaluzi vardı. Hayatı gibi, evini de işine göre ayarlamıştı, işini seviyor, işi için yaşıyordu. Meslek Günü'nde bir kadın savcının okulunu ziyaret etmesinden bu yana, ta on dört yaşından beri savcı olmayı istemişti. Sınıf önce bir polis ile astronotu, ardından da bir fırıncı ile bir marangozu dinlemiş, çocukların uğultusu, kıpırtısı giderek yükselmişti. Sıralar arasında odun parçaları, su tabancaları dönüp durmaktaydı. Kadın savcı tüm şıklığıyla ayağa kalkmış, bütün sınıf birden susmuştu. Kadının uzunca, siyah bir kabanı vardı; siyah kalem eteği ve onun içine doğru attığı beyaz çizgili gömleği. Açelya bunu asla unutmadı. Oğlanların bile bir kadına nasıl hayranlıkla baktıklarını unutmadı. Şimdi o kadın savcının yerine kendi geçmiş, on dört yaşındaki oğlanların hayranlığını kazanmayı başarmıştı; ama yetişkin erkeklerin saygısını bir türlü kazanamıyordu. Özellikle birinin, Pars. En iyisini ol, stratejisi buydu işte. Onlardan fazla çalış, onlardan fazla parla, işte onun için burada, yemek sırasında bile işi düşünüyordu. Cinayet ve soğan halkaları. Birasından koca bir yudum aldıktan sonra arkasına yaslanıp haritaya baktı. Ölülerin insani coğrafyasına bakmanın, hayatlarını nerede yaşadıklarının, nerelerin onlar için önemli olduğunu incelemenin tüyleri diken diken edici bir tarafı vardı. Dünkü konuşma sırasında Pars, ortaya bir sürü görüş atıvermişti. Caniliğin düğümleri. Hedef arkası perdeleri. Neye baktığını ve gördüğünü nasıl yorumlayacağını öğrenmek için Pars'ın parlak cümlelerine ya da bir bilgisayar programına ihtiyacı yoktu. Haritaya bakarak av kaynayan bir savan düşledi. Mavi raptiyeler küçük bir ceylanın kişisel dünyasını belirtiyordu. Ah, küçük bir ceylan mı? Bu pano her ay ve hafta bambaşka kurbanların izlerinden bir yaşam oluşturuyor, diye düşündü. Nida Emirel'in, Karşıyaka ile Alsancak arasındaydı. Duha Eymel'inkiyse Buca. Duru Kar, Şirince. Rana Çolak, Urla. Sezen Zeydan'a gelince onun dünyası Bornova banliyösündeydi. Birbirleriyle kesişmeyen, göze batmayan beş yaşam alanı. Kente katilin gözleriyle bakmaya çalıştı. Gökdelenlerden kanyonlar gördü. Biçilmiş otlaklar gibi yeşil parklar, masmavi denizler. Avların onları gözetleyen avcıdan habersiz gezindikleri patikalar. Hem yakınken hem de birbirinden uzak mesafelerde öldürmüş, gezgin bir yırtıcıdan habersiz.

Telefonun çalışı ile kolunu masaya çarptı. Acıyla inlerken bira şişesinin yere düşüp tuzla buz oluşunu öylece izleyiverdi. Arayan Pars'tı. Bana sadece zararsın demiradam, diye söylenerek aramayı yanıtladı. ''Alo.'' Sesi hala kolunun sızısından acıyla çıkıyordu.

''Açelya, müsait olup olmadığını sormadan aradım ama-''

''A, hayır problem değil. Bir sıkıntı mı var?'' Burnunu kırıştırarak suratını büzdü.

''Neyin var?''

''Nasıl neyim var?'' Yutkundu ve kaşlarını çatarak başını kaldırdı. ''Sesim iyi gider sanıyordum,'' diye mırıldandı.

''Samimi bir cevap mı istiyorsun?'' Kısa bir sessizlik oluştuğunda boğazını temizledi. ''Biraz sohbete ne dersin?'' Açelya'nın nabzı hızlanmıştı, hızlanmamalıydı. Üç yıldır her kalbine gömüşünde Pars'ın, umutlarını yeşertip tekrardan yarı yolda bırakmasına razı değildi, en azından bu kez.

''Ne zaman?''

''Yarın iş çıkışı, sahilde.''

''Ah,'' diye mırıldanıp ellerini alnına koydu. ''Denizden hoşlanmıyorum ve-''

''Ve kontrolü başkasına vermekten de hoşlanmıyorsun.'' Cümlesini kesmişti ama Açelya tatmin olmuşçasına duvara bakıyordu.

''Pars-''

''Açelya…'' Duraksadı ve telefonun diğer ucunda dudaklarını ıslattı. ''Bir sohbet, eski günlerin hatırına. İşten kafanı kaldırmadığını, kendini herkesten soyutladığını tahmin etmek için ermiş olmak gerekmiyor, inan bana. Sana içki ısmarlayacağım.''

''Yarın altıda, adliyenin arkasında. İyi geceler.'' Açelya aramayı dudağını ısırarak kapattı. Ah hayır, Açelya…

 

Ertesi sabah İdil'in ona ulaştırdığı bilgilerle Efsa, savcının odaya girişinin ardından hızlıca kapıyı çaldı. Açelya kabanını portmantoya asıyorken Efsa içeri girdi.

''Günaydın savcım, yeni haberler aldık.'' Açelya derin bir nefes verip koltuğuna geçiyorken aralık kapıdan içeri Pars girdi.

''Günaydın savcım, günaydın Efsa.'' Gülümseyerek savcının karşısındaki koltuğa oturdu.

''Seni dinliyorum, Efsa.''

''Önce görüşlerimi söylesem,'' diyerek Efsa'nın lafını böldü Pars. Tüm gece çalıştım Açelya.'' Açelya'nın hayretle kaşları havalandı, Pars işi eve götürmekten nefret ederdi. En azından onunla yaşadığı dönemde. ''Eğer yanılmıyorsam, olabildiğince normal görünüşlü biri. Yirmilerinin sonunda ya da otuzlarının başında kumral bir erkek olduğunu tahmin ediyorum. Temiz ve bakımlı, zekâsı da ortalamanın üzerinde.'' Gömleğinin kollarını geriye doğru sıvarken diliyle dudaklarını ıslatıyordu. ''Büyük ihtimalle lise mezunu, hatta üniversiteye ve ilerisine bile gitmiş olabilir, beş cinayet mahalli birbirinden uzakta ve her beş cinayet de toplu taşıma araçlarının çalışmadığı bir saatte işlendi. Demek, arabası var. Arabası temiz ve bakımlı olmalı. Muhtemelen akıl hastalığıyla ilgili kaydı yok; ama gençliğinde hırsızlıktan ya da röntgencilikten başı derde girmiş olabilir. Eğer çalışıyorsa hem zekâ, hem de mükemmellik gerektiren bir işi olmalı. Yaptıklarını önceden planladığını biliyoruz, zaten ölüm çantasında cetvel, makas, koli bandı tarzı malzemeler taşıması da bunu kanıtlıyor. Bir de çizdiği simgeler için yanında kalem bulunduruyor olmalı. Bir sırt çantası kadar basit bir şey bile olabilir. Ayrıntılara dikkat etmenin önemli olduğu bir alanda çalışıyor. Simgeyi kusursuz yapışından çizime yeteneği görünüyor ayrıca detaylarla deriye işleyişinden yaratıcılığa yatkın tasarımla ilgilenen birinden söz ediyor da olabiliriz.'' Soluklandığında ise ekledi: ''Ha bu arada, Efsa sana söylemeden demek isterim ki bu tarife göre kırk numara bir ayakkabısı var, ortalama erkek numarasına göre. Cinayet mahallindeki pencereden sarkan merdivenin altında bir çamur izi bulunmuştu.'' Açelya şaşkınlıkla Pars'ın anlattıklarını düşünürken karmaşık bir halde Efsa'ya döndü ve onu dinlediğini belirten bir bakış attı.

''Sayın savcım, öncelikle sondan başlamak istiyorum. Çamurlu bir ayak izi bulundu ve kırkların aksine otuz altı numara bir ayakkabıydı. Dedektif Pars'ın tüm olağan fikirlerini alt üst edebilir çünkü ya minyon, cüce bir erkek ya da anlaşıldığı üzere kadın cinayeti işleyen katil, bir kadın. Bir merdiven dayamış olmalı cama, pencereden çıkmış. Merdiveni dayadığı yerde bir çöp konteynırı, onun hemen yanında ise ucube bir koltuk var üstü tozdan görünmeyen. Zaten ayak izi de bu koltuğun üzerinde. Ben sanıyorum ki panikleyerek böyle bir iz bırakmış. Sizde bilirsiniz, katil aynı kişi ve bundan önceki dört cinayette de böyle bir iz bırakılmadı. Bu kez onu tetikleyen, panikleten birtakım eylemler gerçekleşmiş olmalı.'' Açelya duydukları ile başını yavaşça salladı ve sertçe yutkundu. Kadın cinayeti işleyen bir kadın katil mi, rezalet, diye mırıldandı. Bu duruma şaşıran sadece o değildi, Pars gözlerini kocaman açmış, dudaklarını birbirine bastırmış haldeydi.

''Haklı,'' dedi. ''Koltuk konusunda. Oraya sizden sonra tekrar gittim. O eve, caddeye.'' Açelya'ya bakarak sesli bir nefes verdi. ''Kurbanın yaşadığı bölgede harabe evler vardı, kesin onları yıkıp yeni evler yapacaklardı. Zaten memnuniyetsiz arsa spekülatörleri, oraya lüks apartmanlar dikmeden duramaz.''

''Savcım günaydın,'' diyerek içeri girdi Yekta Komiser. Karakoldan çok adliyede, mesleğinden emin mi bu yaşlı adam, diye söylendi içinden Açelya.

''Buyurun komiserim.''

''Başsavcının yanından geliyorum savcım. Süreyya caddesinde yaşanan kazanın dosyasını Savcı Refik Eren'e verdi çünkü sizi başka bir cinayet beklemekte. Hazırsanız çıkalım.'' Açelya aceleyle ayağa kalktı.

''Bizde size, Sezen Zeydan olayında açığa çıkan birkaç gelişmeyi söyleyecektik. Yolda konuşalım öyleyse.'' Pars ve Açelya, komiser ile hızlıca adliyeden çıkıp olayın yaşandığı yere, Balçova'ya ulaştılar.

Kan donduran görüntü karşısında istifra etmemek için midesini tuttu Açelya. Pars omzuna dokundu. ''İyi misin? Bu zamana dek daha ağırlarını gördün, bu aralar çok hassassın.'' Açelya çekildi; Pars'ın ona dokunmasını istemiyordu.

Karşılarında adeta iskelet vardı. Lise yıllarında fen laboratuvarlarında ders işledikleri iskelet ama daha dehşet hali, çok daha.

''O günlerce aç, susuz bırakılmış savcım. Onu biri açlıktan öldürmek istemiş ve bunu başarıyla yerine getirmiş.'' Pars, kurbana yaklaştığında ağzı açık kaldı.

''Açelya… Sanırım artık durmayacak. Sanırım artık cinayetler arasındaki süre, bir elin parmağını geçmeyecek.''

''Neyden bahsediyorsun?'' Yanına yaklaştığında balığı gördü, kurbanın sol bileğine çizili ve yine mürekkepleri her yanını saran o simgeyi. ''Bu…'' dedi. ''Bu o. Aynı. Sezen Zeydan'ın katili ve hatta Nida Emirel'in, Duha Eymel, Duru Kar, Rana Çolak'ın da. Her cinayeti bir yıl arayla işliyordu. Tanrım, olamaz. Vakit daralıyor. Artık daha yakın tarihlerde…''

''Doğa,'' dedi komiser. Çok üzgündü. ''Doğa Maral, adı. Buraya geldiğimizde üzerindeki giysinin içinde kayıptı. Yüzü bembeyaz, tüm vücudu iğneyle çekilmişçesine zayıftı. Saçları o kadar dökülmüştü ki kel denebilirdi, göz çukurları herhangi bir okyanustan daha derin görünüyordu, bedeni buzdan daha soğuktu ve kalbi hiç bilmediğimiz bir zamanda durmuştu…'' O anlattıkça Açelya nefeslendi.

''Bu caniliğinde ötesinde. Kanım dondu.''

''Ailesi onu aramış, ulaşmaya çalışmış defalarca. Kendileri yurtdışındaymış. Son çare buraya geldiğinde bu dehşet manzara ile karşılaşmışlar. Doğa tek yaşıyormuş ve henüz yirmi beş yaşındaymış. Aile hemen avukatını ayarladı; katilin bulunmasını bekliyorlar, perişan haldeler.''

Doğa'yı araştırmaya koyuldular. Stilist olduğu, dört yıllık bir moda tasarım eğitimi aldığı öğrenildi. Günleri sürekli modaevleri ile kurslar arasında rutine binmiş vaziyette. Yaklaşık üç buçuk aydır sosyallikten yoksun, tuhaf bir hayat içerisindeymiş. Araştırmaları, Doğa'nın sosyal medya hesaplarını ve iletişime geçtiği kişileri içeren detaylı bir profili oluşturmalarına yardımcı oldu. Kişisel hesaplarında yalnızca tasarımlarını paylaşmıştı.

''Bir insana nasıl böyle bir ölümü hak görür? Bu…'' Sağ tarafta bulunan pencereden dışarı bakarken göğsünün daraldığını hissediyordu. ''Neden bu kişiler? Neden bu balık? Neden… Neden.'' Avuç içlerinin terini pantolonuna silerek yutkundu. ''Yedi ölümcül günahtan biri mi bu. Se7en filminin içinde miyiz?''

''Film olamayacak kadar gerçek Açelya.'' 

Savcı olay yeri incelemeye baktı. ''Bir şey belli mi? Açlık mı ya da başka bir şey olduğu.''

''Boğazında kıpkırmızı bir darp izi var, şiddet görüyor olabilir. Belki de klişe eski sevgili mevzusudur,'' diye atıldı Pars.

''O ihtimal var fakat başka bir şey de olabilir savcım, çalışıyoruz. Şu anlık kesin bir bilgi veremem size.''

''Teşekkür ederim, kolay gelsin,'' dedi Açelya, ardından Pars'a döndü. ''Sen çok takılıyorsun bu eski sevgili klişelerine. Zevk mi alıyorsun?'' Pars'ın kaşları havalandı. Ne zaman batırdığını düşünse boynundaki damar ortaya çıkardı. Açelya'nın gözleri oraya kaysa da anında çekerek yere baktı ve onun konuşmasına izin vermedi. ''Adliyeye geçiyorum.''

 

Adliyede yankılanan topuk sesleri Açelya'nın gelişinin simgesiydi. Efsa duyar duymaz elindeki işleri kenara bırakır, savcının odasının önünde onu beklerdi. Adliyedeki herkes Açelya'yı sever sayardı. Hâkimden çaycıya kadar, herkes. Şık takımlarıyla tozunu attırırdı koridorların.

Odasına girdiğinde ceketini astı ve koltuğa geçti. Elini boynuna götürerek başını yukarı kaldırdı, derince bir nefes alarak gözlerini kapatıp açtı. Önündeki dosyalara odaklanması çok sürmedi. İşkolikliği ona her derdini unutturabiliyordu ve bu en sevdiği özelliğiydi. Hem çalışmış oluyordu hem stres yönetimini iyi idare edebiliyordu.

Üç buçuk saatlik bir çalışmanın ardından Efsa, savcının isteği üzerine ona kahve getirerek odadan çıktı. Açelya kafasını dosyalardan kaldırdığında alnındaki ağrıyı algıladı ve gözlerini kısarak ofladı. Parmaklarını saç diplerine geçirerek arkaya attı ve döndürerek bir tur kendi etrafında sardı; topuz yapıyordu. Tokayı takacakken çat kapı içeri giren Pars yerinden sıçramasına neden oldu. Toka elinden düşüp çöp kutusunun yanına sektiğinde savcı sesli bir nefes verdi.

''Açık bırak saçlarını,'' diye mırıldandı. ''Kendinin düşmanısın.''

''Sana soracak değilim.'' Açelya, Pars'ın yüzüne dahi bakmayarak tokasını yerden aldı ve elini çantasına atarak tek hamlede ıslak mendili çıkarttı. Paketinden çıkartıp tokayı silmeye başladığında, Pars bıyık altı gülüyordu.

''Böyle… Açelya.'' Aynı anda hem umursuyor hem umursamıyor gibi davranabilmişti. ''Böyle güzelsin.''

''Güzel olmak umurumda değil, çalışıyorum Pars. Odama neden kapıyı çalmadan giriyorsun, çok işim var.''

''Adliye yetmediğinden ek bina yapılacaktı ya, onun kutlaması mı ne varmış.''

''Bina yapılmadan ne kutlaması?'' Pars, beklediği cevabı aldığından daha fazla sırıtıyordu.

''Çalışanlarla arayı yapmak için düzenlemişler, tüm herkes orada olacakmış. Ek bina için çalışacaklar dahi. Müdür, kendimizi sevdirelim ki daha kısa süre içerisinde kavuşalım, demiş. Anlayacağın torpil mevzuları, belki de bir şey teklif edecek, vardır aklında bir şeyler.''

''İyi, gitmek zorunlu değildir zaten.'' Üzerinde adı yazılı pilot kalemini alarak önündeki kâğıda umarsızca bir şeyler yazdı. ''Sevmediğim aksiyonlar.'' Pars, Açelya'nın elinden kalemi alarak kendisine bakmasını sağladı. Biliyordu ondan aldığında sinirlenip gözlerine bakacağını. ''Verir misin kalemi? Liseli ergen gibi davranma.''

''Açelya biraz sosyalleşmeni istiyorum. Kaldır kafanı şu cansız nesnelerden. İki kelime et, insan gibi takıl.'' Kalemi elinden geri alarak sinirle baktı.

''Bunu s-''

''Dört saat kaldı,'' diyerek lafını böldü Açelya'nın. ''Senin kafanı dağıtalım.''

''İstemiyorum Pars. Lütfen yaşına uygun davranır mısın?''

''Kabul etmiyorum. Şimdi çalış, akşam seni alacağım.'' Pars yavaş hareketlerle yakasını düzeltti ve kapıya doğru ilerleyerek Açelya'nın konuşmasına müsaade etmeden çıktı. Demiradam…

Koridora adım attığı an gördüğü kişi karşısında olduğu yere çakıldı. Bu kadını ilk, sanat galerisindeki sergide görmüştü, aynı tablonun önünde durduğu kadındı.

Pars büyülendi. Adını dahi öğrenemediği bu yabancı, onu her görüşte etkisi altına alabiliyordu. Kol saatine bakıp oturduğu koltuktan kalktığında, müdürün odasına ilerlediğini gördü kadının. Üzerinde beyaz çizgili, kahverengi bir blazer ceket vardı, altındaysa ceketin takımı olduğu anlaşılan aynı renk ve çizgiye sahip bol paça bir pantolon. Ceketinin içinde beyaz olduğu belli olan bir bluzu daha vardı ve saçlarını kalemle tutturarak salaş bir topuz yapmıştı. Beyaz topukluları tavandan tavana yankı yaparken iri gözleri oldukça kararlı bakıyordu. Onu ilk gördüğünde de bu bakışı görmüştü. Sanki baktığı kişiyi gözleriyle beş parçaya ayırabilirdi. Dudak kalemi ile öne çıkmış dolgun dudakları aralıktı ve sol elinde iki adet dosya vardı. Odaya girip gözden kaybolduğunda Pars da adliyeden çıktı. Orada ne işi olduğu konusunda içi içini kemirirken bir daha patavatsızca karşısına çıkarsa iyice gözünden düşeceğini biliyordu. Arabasına atlayarak kısa sürede gözden kayboldu. Daha öğreneceği çok önemli bir bilgi vardı ve bunun sonucu akşamki randevusunun seyri üzerinde etkiliydi.

 

Karanlık çöktüğünde dosyalardan kafasını kaldıran Açelya, deli gibi yorgundu. Eve gitmek için ayağa kalktı. Ceketini almak adına portmantoya ilerlerken kapı çalındı. Karşılık aldığında odaya giren İdil'di.

''Savcım kusura bakmayın, çıkıyorsanız sonraya saklayabilirim.'' Kolunu ceketin kolundan sokarken yalancı bir kızma ifadesi yarattı.

''İdil, söyler misin lütfen.''

''Şu Doğa Maral dosyası hiç beklenildiği gibi eski sevgili mevzusu çıkmadı. Boğazındaki iz, ip. Doğa, kısa süre önce intihar etmiş savcım. Nedeni bilinmezdir fakat biz asosyalliği ve içe kapanıklığından doğan bir sebep olduğunu sanıyoruz. Siz daha iyi bilirsiniz.'' Açelya şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.

''Gencecik… Gerçekten çok üzücü İdil. Zaten bileğini görmüştük, takıntılı bir sevgili tarafından yapılamazdı o. Katil kafamı çok karıştırdı.''

''Nedense işlediği cinayetlerin ardında onun olduğunu bilmenizi istiyor yoksa aynı simgeyi bırakmak akıl işi değil, belki akıllı bile değildir.''

''Belki de çok zekidir, çözemeyeceğimiz kadar zeki.'' Camdan dışarı doğru dalgınlıkla baktı, ardından gözlerini iyice açarak İdil'e döndü. ''Gececisiniz sanırım, yemek söyleyeyim mi size?''

''Ah, biz hallederiz savcım çok teşekkür ederiz. Rahatınıza bakın lütfen.'' İçtenlikle gülümsedi.

''İyi nöbetler, İdilciğim.'' Sırayla odadan çıktıklarında Efsa, Açelya'nın çıktığını görüp iyi akşamlar diledi ve savcısının odasını kilitledi.

Açelya yorgunlukla yürürken aklından sadece, evine gidip küçük mutfağında bir kadeh beyaz şarap içip yatağında sızmak, geçiyordu.

''Açelya.'' Koridorda yankılanan ses bir yabancıya değil, birkaç yıl evvel kirpiklerine dek ezberlediği kişiye aitti. Hızlıca yanına gelerek gözlerini Açelya'nın gözlerine kitledi. Sanki bakışlarıyla delip kesmek, kafasının içine yerleşmek istiyordu.

''Pars, gelmeyeceğim.''

''Açelya,'' dedi müthiş bir sakinlikle. Pars böyle biri değildi, o ciddiyse yanlış giden bir şeyler vardı. ''Konuşmamız lazım, önemli.'' Açelya endişelenmiş fakat hala yüzüne yansıtmamıştı.

''Konuşalım, Pars.''

''Önce daha uygun bir yere gidelim mi?''

''Pars bu kadar önemli olan şey ne? Tedirgin ediyorsun beni.'' Ellerini paltosunun cebinden çıkartarak ardına döndü ve geride kalan Açelya'ya bakarak kafasını yana yatırdı.

''Gel.''

Yangın merdivenine yaklaştıklarında aynı anda durdular. Birkaç dakikalık suskunluğun ardından sessizliği ilk bozan yine Açelya'ydı.

''Yeter, söyleyecek misin artık?'' Sesindeki ciddiyet öfkelenmeye başladığının belirtisiydi ve Pars bunu iyi biliyordu. Kolundan nazikçe tutarak merdivene baktı.

''Otur şöyle,'' dedi ve seslice nefes verdi. ''Nasıl başlayacağımı bilmiyorum Açelya. Eğer sa-''

''Kısa kes.''

''Açelya… Hayatın yalan. Adın, ailen… Belki sen bile. Her şeyin. Yalan.''

More Chapters