(Ateş'in Anlatımı)
Adımlarımın gölgesinde bir dünya vardı. Herkes gürültüyle, telaşla birbirine karışırken ben sessizliği seçmiştim. Sessizlik benim zırhımdı, ama aynı zamanda en ağır yüküm.
Ve o sessizlik, her defasında onunla bozuluyordu.
Azra.
Onun varlığı, kalbimin gizlediğim en derin yerlerine sızıyordu. Benden kaçsa bile, benden saklasa bile… kalbinin çarpışlarını duyuyordum. O kalp, benimkiyle aynı ritimde atıyordu. Ve işte bu yüzden, kaçışının hiçbir anlamı yoktu.
O gün, onu daha fazla gölgelerden izleyemedim. Kendimi saklamakla, içimdeki fırtınayı susturmakla geçen günler bir anda tükenmişti. Sessizlik artık beni korumuyordu; aksine boğuyordu.
Adımlarımı ağır ağır attım. Koridorun ucunda tek başına duruyordu. Başını kaldırıp bana baktığında, gözlerimiz birbirine çarptı. Ve o an anladım: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
— Sen… kimsin? dedi.
Sesinde korku yoktu. Merak vardı. Belki biraz ürperti, ama daha çok bana doğru çekilen görünmez bir ip.
Yaklaştım. Gözlerimden sakladığım her şey, onun gözlerinde yankılanıyordu. Onu en başından beri tanıyormuşum gibi… O an dudaklarımdan döküldü:
— Bir yabancı… Ama senin kalbini en iyi bilen kişi.
Sustu. Gözleri büyüdü. Ellerinin titrediğini gördüm, ama yine de kaçmadı. Benimle kaldı. İşte bu yüzden içimdeki çığlık daha da büyüdü.
— Adını bilmek istiyorum, dedi.
Bir an sustum. Adımı söylemek, sadece bir kelime değildi benim için. Sanki kendimi ona vermek, ona teslim olmak gibiydi. Ama o an anladım ki, zaten çoktan teslim olmuştum.
Bir adım daha attım. Artık aramızda sadece nefeslerimiz vardı. Gözlerimi ondan ayırmadan, içimde yankılanan çığlığı ona fısıldadım:
— Ateş.
Adımı söylerken kalbim göğsümden taşacak gibiydi. Çünkü o an gördüm: Gözlerindeki şaşkınlık, dudaklarının titremesi, kalbinin hızlanışı… Hepsi bana aitti.
Çünkü ben biliyordum:
O benden kaçsa bile, kalbini benden saklayamazdı.
Onun kalbi, benimkiyle aynı ritimde çarpıyordu.
Sessizliğin ardında gizlenen o çığlık vardı…
Ve artık, o çığlığı ikimiz de duyuyorduk.
---