Melek oğlan bileğimden tutarak beni durdurdu. Şaşkınlıkla arkamı döndüm ve yüzünde alışılmadık bir sırıtış vardı.
"Neden kaçıyorsun?"
Garip bir soru sormuştu ve tedirgin olmuştum.
"Seni tanımıyorum, neden seninle konuşmak zorundayım?"
Bir anda bileğimi bıraktı.
"Bugün buraya beni merak ettiğin için geldiğini biliyorum, prenses." dedi sırıtmaya devam ederek.
Çok sinir bozucuydu ve gerilmiştim.
"Pardon? Seni merak falan etmedim! Rahat bırak beni."
Bu sefer daha hızlı adımlarla arkama bakmadan yürüdüm. Beni durdurmadı. Saraya vardım, odama doğru yürüdüm. Elysia odamın kapısının önünde bekliyordu. Beni görünce gözleri parladı, hızla yanıma geldi.
"Prenses Lunaria! Neredeydiniz, endişelendim?" diye heyecanla sordu.
"Ah… hiç, sadece biraz yürüyüş yaptım."
Elysia daha hızlı ve heyecanlı konuşmaya başladı. Benim için endişelendiği belliydi.
"Prensesim, lütfen bir daha haber verin. Sizin için endişelendim. Tek başınıza gitmemelisiniz."
Gülümsedim ve elimi omzuna güven verici bir şekilde koydum.
"Elysia, beni merak etme. Akşam yemeğimi odama getirebilir misin? Yürüyüşten dolayı biraz yoruldum."
Elysia başıyla onaylayarak yemek getirmek için gitti. Odama girdim, rahat bir şeyler giyerek yatağıma oturdum. Bugün olanları düşünürken Elysia akşam yemeğini getirdi. Pek bir şeyler yiyesim yoktu ama birazını yedim.
Makyaj masama oturup saçlarımı taramaya başladım. Bugün olanları ve o oğlanı düşünüyordum. Onu gördüğümden beri hep aklımdaydı. Altın sarısı saçları… çimen yeşili gözleri… Sanki onu düşünmem için bana büyü yapmıştı.
Aniden Elysia odama girdi.
"Prensesim, İmparator Uriel sizi çağırdılar."
Bir anda şaşırarak ayağa kalktım.
"Konuyu biliyor musun?"
"Hayır, prensesim, bilmiyorum."
Odamdan çıkarak babamın yanına gittim. Sarayın bahçesinde annemle beraber çay içiyorlardı. Beni gördüklerinde saygı amaçlı eğildim.
"Kızım, bu saatte çağırdım ama seninle konuşmam gerekiyordu. Gel otur."
Yavaşça yürüyerek yanlarındaki boş sandalyeye oturdum.
"Bir sorun mu var?"
Annem bir anda lafa atladı.
"Bebeğim, kendini zorlamıyorsun değil mi? Akşam yemeğine gelmedin. Sabah söylemiştim, kendini zorlama lütfen." dedi bir yandan elimi tutarak.
"Hayır anne, sadece bugün odamda yemek istedim."
Annem elimi tutmaya devam ederken lafı babam devraldı.
"Uzatmadan konuya giriyorum. Biraz önce melekler arası büyü yarışması yapılacağını duydum ve onayladım. Bu yarışmaya katılmanı istiyorum. Elinden geleni yapmalısın, geleceğin imparatoriçesi olarak."
Babamın duruşu ciddileşti. Böyle bir şey olacağını biliyordum ama ne zaman olacağını bekliyordum. Annem benden önce davranarak konuştu.
"Tatlım, Lunaria zaten yüzüğün gücünü çıkarmak için çalışıyor. Bu ona fazla gelmez mi?"
Annem hep beni düşünüyordu. Aslında haklıydı. Tam böyle düşünürken aklıma ablamın sabah söyledikleri geldi. Bu bir şeyleri kanıtlamak için fırsattı.
"Sorun yok, yarışmaya katılacağım. Sizi gururlandırmak istiyorum."
Annem duygulanmış gözlerle bana baktı ve sonra babama döndü.
"Baksana… kızımız ne kadar azimli. Harika bir imparatoriçe olacak."
Babam da onu onaylarcasına bana bakarak tebessüm etti.
Sonunda kalktım ve odama geri dönmek için bahçede yürümeye başladım. Akşamın bu saatlerinde hava gerçekten çok güzeldi. Havayı içime çekerek yürürken yukarıya baktığımda, Nerissa'nın sinirli yüzünü odasının camından gördüm. Kıskançlık dolu bakışlarla bana bakıyordu ve en başından beri oradaydı büyük ihtimalle. Onu umursamadan yürümeye devam ettim ve odama gittim. Kendimi direkt yatağıma attım ve uyudum.
Ertesi gün yine erkenden uyandım, hazırlanıp antrenman için gittim. Eğitmenim Elionas yine beni bekliyordu.
"Hoş geldiniz küçük prenses, hadi vakit kaybetmeden başlayalım."
Dediği gibi vakit kaybetmeden çalışmaya başladık. Dersin sonunda yine yemek için ayrılıyorduk ki aklıma babamın dün söylediği yarışma olayı geldi. Elionas'ın arkasından elimle omzundan tuttum.
"Size bir şey söylemem gerekiyordu!"
Elionas yavaşça arkasını bana döndü.
"Evet, küçük prenses?"
Nazik bir gülümsemeyle bana bakıyordu.
"Dün babam bir büyü yarışmasından bahsetti. Benim de bu yarışmaya katılmamı istedi. Normal olarak kabul ettim."
Elionas dalga geçer gibi kıkırdadı.
"Evet, senden önce benimle konuştuğu için biliyorum zaten. Ayrıca bir çalışma yapmamıza gerek yok. Yarışmaya yakın sadece birkaç özel bir şey göstereceğim."
Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Zamanından çalmış gibi hissettim ve öylece yüzüne bakabildim.
"Merak etme, iyi bir sonuç getireceğine inanıyorum."
Tekrardan nazikçe gülümseyerek elini başımın üzerine yavaşça koydu. Yanaklarım kızardı, bakışlarım ayaklarıma doğru indi. Utanmıştım, zar zor konuşabildim.
"T-teşekkürler."
Utanmış olduğumu anlayarak elini çekti.
"Pekâlâ, şimdi iyice doyduğundan emin ol. Diğer dersimiz daha yoğun geçecek."
Elionas göz kırptı ve odadan çıktı. Garip hissetmiştim ama üstüne fazla düşünmeyerek ben de yemek yemek için çıktım. Kahvaltı için masaya oturduğumda bu sefer bir şey eksikti; Nerissa'nın nefret dolu bakışları. Klasik aile sohbetimizi edip yemeğimizi yedikten sonra masadan kalktım.
Hâlâ vaktim olduğu için sarayın bahçesine çıkıp biraz yürüdüm. Sonra doğruca Elionas'ın yanına gittim. O da beklemeden derse başladı. Gerçekten başarılı bir eğitmendi, azimli ve disiplinli birisiydi. Büyü gücümü geliştirmeme şimdiden çok yardımcı oluyordu.
Sonunda ikinci dersimiz de bitti ve boş vaktim başlamış oldu. Babam, ablama odasından çıkmayı yasakladığı için daha rahat gezebiliyordum. Odama gidip üzerimi değiştirdikten sonra yine duramadım. Saraydan çıkıp Huzur Ormanı'na doğru yürümeye başladım. O çocuğu gördüğüm ilk günden beri artık her gün Huzur Ormanı'na gider olmuştum. Nedenini ben de bilmiyordum ama onu merak ediyordum.
Huzur Ormanı'na geldiğimde gerçekten bugünde adı gibi huzurluydu. Kuşların cıvıltısı, yeşilin canlılığı ve rüzgârın hışırtısı beni rahatlatıyordu. Yine onu gördüğüm yere gittim ve oturdum. Onu görmeyi beklerken yanıma şirin bir tavşan geldi. Biraz onu sevdim fakat zaman geçtikçe geçiyordu ama melek oğlan gelmiyordu. Sabırla bekledim… bekledim… bekledim… ama o gelmedi.
Artık saat geç oluyordu ve beklemekten yorulmuştum. Kalkıp saraya doğru yürüdüm. Saraya vardığımda kendimi çok mutsuz ve yorgun hissediyordum. Sırf hiç tanımadığım birini göremedim diye böyle hissetmem normal miydi? Garip duygular yaşıyordum ve ben de kendimi anlamıyordum.
Odamın kapısına geldiğimde yine Elysia beni bekliyordu.
"Prensesim, size haber verin demiştim. Endişeleniyorum!" dedi endişeli bir surat ifadesiyle, bir anda ellerimi tutarak.
"Ben de sana endişelenmene gerek yok demiştim."
Odama girdim ve direkt yatağıma oturdum. Elysia da peşimden geldi. Tam konuşacağı sıra lafını kestim.
"Elysia, bugün çok yoruldum. Sonra konuşuruz. Pijamalarımı giydirebilir misin?"
Elysia dolabımdan pijamalarımı alıp bana giydirmeye başladı. Her zaman kendi kıyafetimi kendim giyerim ama bugün nedense garip ve yorgun hissediyordum. Kesinlikle melek çocuk yüzünden değil…
Elysia beni giydirdikten sonra direkt kendimi yatağa attım ve uykuya daldım.
Bir hafta boyunca rutinim hiç değişmedi. Her ders bitişi Huzur Ormanı'na gittim, aynı yerde geç saatlere kadar onu bekledim ve sonra geri saraya döndüm. Her zaman Huzur Ormanı'nda olduğunu söyleyen o kişi bir haftadır bir kere bile gelmemişti. Artık Huzur Ormanı dışındaki yerlere de, belki karşılaşırız diye, gitmeye başladım.
Yine bir gün ders bitti ve odama gittim. Üzerimi tam değişecekken kapım çaldı. Gelen Elysia'ydı.
"Prensesim, sizin için bir teslimat var."
Dediğinden hiçbir şey anlamamıştım çünkü ben herhangi bir şey sipariş etmemiştim.
"İçeri gel."
Elysia kapıyı açtı ve elinde beze sarılmış bir sepetle geldi.
"Bu sizin için gelmiş."
Yanına yaklaşıp elindeki sepeti aldım ve ne olduğunu görmemi engelleyen bezi kaldırdım. İçi yaban mersini dolu bir sepetti. Şaşkınlıkla sepete bakakaldım. Aklıma, o çocuğu son gördüğümde bana yaban mersini dolu bir sepet uzattığı geldi.
Elysia endişeli bir şekilde sordu.
"İyi misiniz?"
Kendimi silkeledim.
"İyiyim… Bunu sana kim verdi?"
Elysia biraz düşündükten sonra cevapladı.
"Bekçi Caelion'dan aldım."
Elysia'ya herhangi bir şey söylemeden, sepetle beraber bekçinin yanına hızla gittim. Aklım çok karışmıştı. Resmen yürümedim, koştum. Bekçiyi bulduğumda nefes nefeseydim. Yanına gittiğimde başta konuşamadım, nefes almaya uğraştım.
"Prenses, sorun ne? İyi misiniz?"
Bekçi meraklı bir şekilde beni süzüyordu. Hâlâ nefes nefese bir halde elimdeki sepeti bekçiye gösterdim.
"Bu bana gelen bir teslimat. Kimin getirdiğini gördün mü?"
Bekçi düşünceli bir şekilde havaya baktı.
"Bugün çok fazla teslimat vardı… bir düşüneyim."
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, heyecanla adamın cevabını bekliyordum.
"Heh, şimdi hatırladım! Yüzü tam görünmüyordu… başında kapüşon vardı ama saçları altın sarısı, uzun boylu genç bir erkekti. Bir sorun mu var, prenses?"
Artık emindim, bu oydu. Bekçiye cevap bile vermeden Huzur Ormanı'na koşmaya başladım.