Bölüm İki
Fırtınaların Ardında
Bir hafta geçti. Yağmur hala şehri terk etmemişti, ama Gulbadar'ın içindeki fırtına çoktan patlak vermişti. Sokaklar bir yanda yağmurla, bir yanda rüzgârla savaşıyor; insanlar, sanki tüm dünya onları terk etmiş gibi, evlerine kapanıyordu. Ama Gulbadar, her gün o eski pencerenin önünde duruyor, bir yudum çay bile içmeden dışarıyı izliyordu. Her şey normalmiş gibi yapıyordu, ama aslında her şey değişmişti.
Geceleri uyumuyordu. Düşünceleri, o eski mesajın yankıları, onu uykusuz bırakıyordu. "Geçmiş seni bulmayı bilir…" Bu cümle, her gece kulağında çınlıyordu. Geçmiş… yıllardır kaçtığı, unuttuğunu sandığı bir zaman dilimi, artık önünde duruyordu.
Bir sabah, kahvaltı hazırlarken telefonu bir kez daha çaldı. Bu kez arayan tanıdık bir numaraydı: Murat.
Gulbadar'ın eski dostu, eski sevgilisi, geçmişinin karanlık köşelerinde saklı kalmış adam. Onun adı da, geçmişin bir parçasıydı.
Telefonu eline aldı, biraz tereddüt etti. Ardından tuşlara basarak cevaplattı.
"Gulbadar…" Murat'ın sesi telefonda yankılandı, yavaş ve derindi. "Seninle konuşmamız gereken bir şey var."
Gulbadar içini çekti. "Konuşacak bir şey yok, Murat. Geçmişte kaldı her şey."
"Hayır, hala bitmedi." Murat'ın sesi kararlıydı, ama derinlerde bir korku vardı. "Senin geçmişin, benim geçmişim… Bu sadece senin fırtınan değil, hepimizin."
Gulbadar, telefonu kapatmadan önce derin bir nefes aldı. Bir zamanlar onun hayatında yer edinmiş olan, ancak şimdi uzaklaşan bu adam, hala geçmişin o karanlık kapısını aralamak istiyordu. Oysa Gulbadar artık kapatmaya karar vermişti. Ama farkında değildi, geçmiş sadece kapıyı çalmıyordu; içeriye girmeyi istiyordu.
Telefonu kapattı ve pencerenin kenarına geri döndü. Yağmur hala devam ediyordu, ama Gulbadar artık ne yapması gerektiğini biliyordu. Bir seçim yapmalıydı. Fırtınanın içinde, kaçtığı gerçeğiyle yüzleşmek için cesaret bulmalıydı. Yoksa geçmiş onu sonsuza kadar yutacaktı.