Alarmın kulak tırmalayan, monoton çığlığı, Kriyojenik Sektör 7G'nin dondurucu sessizliğini bir bıçak gibi kesiyordu. Alchio, odanın metal duvarına çarptığı noktanın hemen altında, bilincinin karanlık sularında gidip geliyordu. Ren, bilinci kapalı yoldaşına kısa bir bakış attıktan sonra tüm dikkatini odanın merkezindeki yeni tehdide verdi: Gardiyan.
Bu, bir önceki gibi hantal bir makine değildi. İnsansı, ince ve parlak siyah metalden yapılmış zırhı, sanki sıvı bir gölge gibi ışığı emiyordu. Yüzünün olması gereken yerde, nefret dolu, tek ve parlak kırmızı bir optik sensör yanıp sönüyordu. Ren'in tüylerini diken diken eden şey ise, Muhafız'dan yayılan ve havayı ağırlaştıran o yoğun, baskıcı Ether aurasıydı. Bu, basit bir makinenin enerjisi değildi. Bu, içinde hapsedilmiş bir ruhun öfkesiydi.
"ALCHIO!" diye bağırdı Ren, ama cevap alamadı. Yalnızdı.
Ren, en ufak bir tereddüt göstermeden saldırıya geçti. Bu bir güç savaşı olmayacaktı; bu bir hız ve zeka dansıydı. Muhafız, kolundaki devasa matkapların yerini almış plazma kesicileriyle Ren'in üzerine atılırken, Ren çoktan bir gölgeye dönüşmüştü. Metalik zeminde kayarak ilk saldırının altından geçti ve karanlık kılıcıyla Muhafız'ın bacak eklemine hassas bir vuruş yaptı. Metalden metalik bir çınlama sesi geldi ama kılıç sadece bir çizik bırakabilmişti. Gardiyan öncekinde daha atikti.
"Zırhı saf Enerjit'ten yapılmış," diye düşündü Ren. "Sıradan çelikle delinmez. Onu kullanmaktan başka çarem yok…"
Renin kılıcını bir anda morumsu bir aura kaplamaya başladı ve siyah kılıcı çift elli büyük bir kılıca büründü, çevresindeki plazma aurası onu öncekinden çok daha keskin gösteriyordu.
Savaş devam ediyordu. Ren, Muhafız'ın güçlü ama bir nebze hantal saldırılarından bir hayalet gibi sıyrılıyor, odanın her köşesini kullanarak sürekli yer değiştiriyordu. Ancak Muhafız, eski bir Gardiyan'ın savaş verileriyle donatılmıştı. Ren'in hareketlerini analiz ediyor, her saldırısını bir öncekinden daha isabetli bir şekilde savuşturuyordu. Bir anlık boşluktan yararlanan Muhafız, plazma kesicisini savurdu. Ren son anda eğildi ama kesicinin yarattığı enerji dalgası, elindeki kılıcı havaya fırlattı. Silahsız kalan Ren, Muhafız'ın bir sonraki tekmesiyle odanın diğer ucundaki metal enkaz yığınına doğru savruldu.
Muhafız, yavaş ve metodik adımlarla, enkazın altında kapana kısılmış Ren'e doğru ilerledi. Kolundaki plazma kesici, son darbeyi indirmek için uğursuz bir vızıltıyla şarj olmaya başladı.
***
Karanlık.
Alchio, zihninin derinliklerinde, acıdan ve soğuktan uzak bir yerdeydi. Zex İmparatorluğu'nun güneşli bahçelerindeydi. Annesi, Kraliçe Elara, yanındaki mermer bankta oturmuş, ona nazikçe gülümsüyordu.
"Baban ve kardeşlerin senin buz gücünü bir zayıflık olarak görüyor, değil mi Alchio?" dedi annesi, ipeksi sesi bir fısıltı gibiydi. "Onlar, ateşin yıkıcı gücüne tapıyorlar. Ama yanılıyorlar. Senin buzun, bir kalkan. Bir koruma. Ama o kalkanın içinde sakladığın şey, Zex soyunun unuttuğu en büyük güç."
Annesi, sıcak avucunu Alchio'nun göğsüne koydu. O dokunuşla birlikte, Alchio'nun içinde uyuyan bir şeyin kımıldadığını hissetti. "Burada, bir ışık var. Babanın hırsının karartamadığı saf bir ışık. Unutma oğlum, en sert buz bile, içindeki ışığı yansıttığında en keskin kılıç olur. Bu senin doğuştan gelen Rün'ün. Bu senin gerçek mirasın."
***
Gözlerini yavaşça açtı. Annesinin sözleri zihninde yankılanıyordu. Gözlerinde artık o her zamanki panik ve neşe yoktu. Sadece soğuk, keskin ve öfkeli bir kararlılık vardı. Muhafız, Ren'e son darbeyi indirmek üzereyken, Alchio'nun sesi odada yankılandı. Ama bu, her zamanki şakacı sesi değildi. Bu, soğuk, alaycı ve tehlikeli bir tondur.
"Ah ah… Şimdi anlıyorum…"
Muhafız duraksadı ve sesin geldiği yöne döndü. Alchio yavaşça ayağa kalkıyordu. Üstündeki tozu bile silkelemedi. Yüzünde ciddiyet ve alaycı bir tavır vardı.
"Görünüşe göre oyun vaktim sona erdi. Değil mi hurda yığını?"
Ren, enkazın altından şaşkınlıkla Alchio'ya baktı. Bu, tanıdığı Alchio değildi. Alchio'nun etrafındaki hava gözle görülür şekilde soğudu, zeminde ince bir kırağı tabakası oluştu. Ama aynı anda, göğsünün ortasından, kıyafetlerinin altından soluk, mavi bir ışık sızmaya başladı. Bu onun ether aurasıydı.
"Arkadaşıma dokunmadan önce, benimle olan küçük bir hesabın var," dedi Alchio, parmaklarını kütleterek. Omuzlarını gevşetti, duruşu bir anda değişti; artık bir prens gibi değil, her an saldırmaya hazır bir sokak dövüşçüsü gibi duruyordu.
"Duyduğuma göre sen de eskiden bir Gardiyan'mışsın. O zaman sana şöyle diyelim:" Yumruklarını sıktığında yeri ufak çaplıda olsa aniden buz kapladı. "Alarm çaldı, Mesai vakti geldi. Şimdi dayak sırasına geç bakalım."
Muhafız, bu yeni tehdidi algılayarak tüm dikkatini Alchio'ya çevirdi. Ve büyük bir hiddetle alcihoya doğru atıldı, Alciho bunu anlamış olucak hızlı reflekslerle kaçınmaya başladı. Bu, Ren'e enkazın altından çıkmak için yeterli zamanı verdi. Ren enkazdan kurtulup uzaklaştığı esnada Alchio sanki gardiyanın yanına ışınlanmıştı, ikisinin de kafasının arasında milimler vardı, bir anda Alchio hızlı sıçramalarla odanın etrafında bir mermi gibi sekmeye başladı ve Gardiyana doğru çok güçlü olamsada meçiyle darbeler indirmeye başladı.
Gardiyan sinirlenmiş olmalı garip sesler çıkartıyor ve Alchionun nerede olduğunu kestirmeye çalışıyordu, fakat Alchio o kadar hızlıydı ki sensörleri onu tespit edemiyordu bile.
"Hadi ama sensörlerin o kadar hızlı değil mi? Ninem senden daha hızlı örgü örerdi!" diye bağırdı, bir plazma kesiği darbesinden kayarak kaçarken. Fakat sonraki hamlesini gardiyan fark etti ve yumruğu Alchionun karnına indirdi, indirmesiyle birlikte Alchio tavana doğru uçtu ve tavana tosladı. Fakat bu Alchioyu durdurmaya yetmemişti. Alchio tavandan düşerken saldırıdan dolayı çatlayan tavana baktı, ışık süzmesi içeriye geliyordu, bir anda Alchionun gözleri sanki bir planı varmış gibi parlamaya başladı ve momentum kazanarak tekrar etrafta sıçramaya başladı.
Ren, Alchio'nun ne yaptığını fark ettiğinde gözleri büyüdü. Alchio, kaçarken ve odanın çevresinde dans ederken, her adımında gizlice çevreyi kendi tuzağına dönüştürüyordu. Fark ettirmeden, tavandaki zayıf boruların ve destek kirişlerinin eklem yerlerini ince bir buz tabakasıyla kaplayarak onları kırılgan ve ışığı yansıtacak hale getiriyor, Muhafız'ın yürüdüğü yollara neredeyse görünmez, sürtünmeyi azaltan ince buz katmanları seriyordu. Kriyojenik kapsüllerden bazılarını, hafifçe eğerek ve altlarını buzla destekleyerek devrilmeye ve sanki bir şeyi yansıtmaya hazır hale getirmişti. O, tüm odayı dev bir ölüm tuzağına çeviriyordu.
Muhafız, sonunda Alchio'yu odanın bir köşesinde sıkıştırdı. Ve bir darbe indirdi, bu darbeyle birlikte Alchio birkaç metre ileriye fırladı, fakat dengesini koruyabildi. Gardiyan kendini şarj etmeye başladı. Sanki öne atılacak ve ölümcül bir darbe yapacak gibiydi. Alchio sırıttı.
"Kendini zeki sanıyorsun galiba… Fakat, tuzağıma çoktan düştün otomat."
Gardiyan yere baktığında şok oldu, bacaklarını buz kaplamaya başlamıştı bile, sanki buzdan bir bataklığın içindeymiş gibiydi, hareket ettikçe buz daha hızlı yayılıyordu, sonrasında devasa mağaranın tepesinden bir ışık süzmesi inmeye başladı, Alchionun öncesinde ayarladığı buzdan yerlerden yansıyarak sanki bir sahne önü ışığı gibi gardiyanın tam üstüne indi.
Alchio'nun vücudundan, özellikle de göğsündeki Rün'den, odayı dolduran kör edici, saf bir ışık patlaması yayıldı. Bu, anlık bir güneş patlaması gibiydi. Muhafız'ın kırmızı optik sensörü bu ani ışık karşısında cızırdadı ve şiddetli bir parazit sesi çıkararak geçici olarak kör oldu. Alchio'nun planı o bir saniyelik körlük anında devreye girdi. Yere güçlü bir şekilde vurdu ve bir şok dalgası gönderdi. Bu dalga, önceden hazırladığı tüm buz tuzaklarını aynı anda tetikledi. Tavandaki buzla kaplı kirişler çatırdadı ve tonlarca metal enkazı Muhafız'ın üzerine yağdı. Buzla kaplı zeminde kayan Muhafız, dengesini kaybederek devrilmeye hazır hale getirilmiş kriyojenik kapsüllere çarptı. Kapsüller, domino taşları gibi Muhafız'ın ve Alchionun üzerine devrilerek onu enkazın altına tamamen hapsetti. Fakat Alchio hızlı adım ve reflekslerle Devasa parçalardan kurtulmayı başardı ve enkazın en tepesinde durdu.
Muhafız yavaş yavaş yukarıya çıkmaya yeltenirken Alchionun ayakları altında belirdi, vahşice debelenip kendini kurtarmaya çalışırken. Alchio son hamlesini yaptı. Bir eliyle yukarıdan gelen ışık süzmesini işaret etti.
"Işık, nedir bilir misin Ren?" Ren Alchioya hala etkilenmiş bir şekilde bakıyordu. Alchio biraz daha doğruldu ve tavanı işaret etti. Annesinin sözleri zihninde yankılandı: "En sert buz bile, içindeki ışığı yansıttığında en keskin kılıç olur."
"Bir umut, bir gelecek ve aydınlıktır, fakat aynı zamanda" Parmağını şıklattı."BİR SİLAHTIR!"
Bir anda sanki ışık onu dinliyormuş gibi daha da yoğunlaşmaya başladı ve en sonunda devasa bir plazmaya dönüştü, içerisi o kadar parlaktı ki renin gözleri geçici olsa da kör oldu. Bu lazer, yukarıdaki ve etraftaki buzlardan yansıyarak, Muhafız'ın kalın zırhını deldi ve enerji çekirdeğini içeriden eritti. Sonrasında devasa bir patlama oldu. Bir anlık sessizliğin ardından, enkaz yığınının içinden boğuk bir patlama sesi geldi ve Muhafız'ın kırmızı gözü sonsuza dek söndü.
Ren kendine gelmeye başladığında Endişeli duruyordu. Ayağa kalktı ve devasa enkaza doğru koşmaya başladı. "Alchio! İyi misin?!"
Toz yığını ve sis azalmaya başladığında Ren belli etmese de rahatlamış görünüyordu, yara oturdu ve yukarıya baktı. Alchio, erimiş metal yığınının önünde ve enkazın en tepesinde nefes nefese duruyordu. Vücudunda dalgalanan Mavi ether yavaşça sönmeye başladı. O soğuk ve serseri tavrı kayboldu, yerine yorgunluk geldi. Enkazın aşağısında yerde oturan Ren'e baktı. Aptalca ve yorucu bir sırıtış gösterdi.
"İyi misin, gölge çocuk?"
***
Kamera, Arşiv'deki Maeon'un ekranına döner. Ekranda, bilinci kapalı Alchio ve onu korumak için Gardiyan Muhafızı'nın enkazı önünde tetikte bekleyen Ren görünür. Maeon, tahtında yavaşça öne eğilir.
"İlginç," diye mırıldanır kendi kendine. "Buz ve bir parça ışık… Beklenmedik bir kombinasyon."
Tam o anda, ekranın köşesinde büyük, kırmızı harflerle "GARDİYAN MUHAFIZI SİNYALİ KAYBEDİLDİ" uyarısı yanıp sönmeye başlar.
Maeon'un yüzündeki entelektüel merak ifadesi, önce şoka, ardından saf bir öfkeye dönüşmeye başlar. Metalik parmakları, tahtının kolunu o kadar sıkı kavrar ki, metal gıcırdar. Gözlerini, hala olan bitenden habersiz olan Berwick ve Hyogaki'ye çevirir.
"Demek... farelerimin dişleri de varmış," diye tıslar.
Hyogaki, Maeon'un yüzündeki ani değişimle bir adım geri çekilir. "Hey ne oldu? Arkadaşlarıma bir şey mi oldu çabuk söyle?!"
"Arkadaşların," der Maeon, sesi artık bir fırtına öncesi sessizlik gibi sakindir ama altındaki öfke hissediliyordur. "Benim en değerli varlıklarımdan birini, yılların birikimi olan bir arşivi yok ettiler. Dengeyi bozdular. Ve ben… dengeyi bozanları affetmem!"
Maeon, tahtının kolundaki bir düğmeye bastı. Berwick ve Hyogaki'nin etrafındaki güvenlik robotlarının gözleri, uğursuz bir vızıltıyla parlak kırmızıya dönmeye başladı. Kollarındaki plazma silahları, doğrudan onlara kilitlendi. Artık bekleme süresi bitmiştir.
"Maeon, dur!" diye bağırır Hyogaki, zihninde saniyeler içinde olası senaryoları hesaplarken. "Bu bir yanlış anlaşılma olmalı! Onlar sadece kendilerini savunuyorlardı!"
"Savunma?" Maeon küçümseyen bir kahkaha atar. "Sizin gibi kaos ajanlarının varlığı, bu sığınak için bir hastalıktır. Ve hastalıklar… Ayıklanmalıdır."
Robotlar, saldırmak için bir adım öne çıktılar. Savaş artık kaçınılmazdır.
"Sanırım," dedi Berwick, sesi ölümcül bir sakinliğe bürünmüştü. "Mantık yürütme burada bitti."
Hyogaki, çaresizce Berwick'e baktı. "Berwick, bekle! Bir planım..."
Ama Berwick onu dinlemiyordu. Gözleri, sadece önlerindeki metalik ölüm mangasına kilitlenmişti. Zaman yavaşlamış gibiydi. Odanın içindeki tek ses, şarj olan plazma silahlarının yükselen vızıltısıydı.
"Üzgünüm Hyogaki ama şu anda savaşmaktan başka çaremiz yok gibi. Etrafına bak."
Hyogaki etrafına baktı, bir planı vardı ama Berwick haklıydı. Şu anda barışçıl bir plan onalrın sonu olabilirdi. Dişlerini sıktı ve Berwickin arkasına geçtikten sonra savaş pozisyonunu aldı.
Odanın içindeki tek ses, şarj olan plazma silahlarının yükselen vızıltısıydı. Berwick'in eli yavaşça sırtındaki kının kabzasına gitti.
"O zaman…" diye fısıldadı. "Başlayalım."
Kılıcın kınından çıkarken çıkardığı o metalik ve sanki orkestral bir fısıltı, odadaki tüm gürültüyü bastırdı. Berwick, "Yeşil Seher"i yavaşça çekti. Kılıç tamamen ortaya çıktığı an, inanılmaz bir şey oldu.
Kılıcın zümrüt yeşili yüzeyinden, kuzey ışıklarını andıran, dalgalanan yeşil bir enerji perdesi yayılmaya başladı. Bu, basit bir Ether aurası değildi; canlıydı, nefes alıyordu. Bu yeşil auranın içinde, daha önce hiç görülmemiş, antik rünlere benzeyen ama aynı zamanda birer takımyıldızı gibi parıldayan sayısız sembol dans ediyordu. Bu mini galaksiler, kılıcın etrafında dönerken, odadaki havanın kendisi bile bu kadim güçle titreşmeye başladı.
Güvenlik robotları bir anlığına duraksadı. Kırmızı optik sensörleri, bu ani ve tanımlanamayan enerji patlamasını analiz etmeye çalışırken cızırdadı. Hatta bazı robotlar kısa devreye girdi. Maeon, tahtından öne doğru eğilmiş, sibernetik gözleri şok ve inançsızlıkla büyümüştü. Yüzünde ilk defa öfkenin dışında bir duygu belirmişti: Açgözlülük ve şaşkınlık.
"Bu güç…" diye fısıldadı. "Evren Materyali… Ama bu saflık… Bu imkansız…"
Berwick, artık tamamen parıldayan kılıcını önünde tutuyordu. Yüzünde en ufak bir korku yoktu. Kılıcına baktı, sanki berwickle telepati yoluyla anlaşıyormuş gibiydi, oda savaşmak istiyordu ve bunun içinde heyecanlı gibiydi. Berwickin yüzünde sadece, fırtınanın gözündeki o mutlak sakinlik vardı. Bu, bir teslimiyet değil, bir savaş ilanıydı.
Aethelburg'daki savaş başlamıştı.
