WebNovels

Chapter 50 - Bölüm 50: Kurtlar ve Gölgeler

"Ah, Sven... Seni o kadar özledim ki," dedi Arne, sesi ürkek ama tutkulu bir fısıltıydı. Gecenin serinliği, ormanın köpüklü karanlığına sinmiş, uçsuz bucaksız ağaçlar arasında kör bir sessizlik yayılmıştı. Arne, evinden gizlice çıkmış, babasının gözlerinden uzak bir yerde, sevgilisiyle görüşmek için kasabanın dışındaki dere kenarına doğru yürümüştü.

Soğuk hava, yüreklerinde biriken sıcaklığa dokunamıyordu. Sarıldıklarında, zaman duruyormuş gibi geliyordu her ikisine de. Sven, kuzeyin o genç ama yılmaz delikanlılarından biriydi. Sarı saçları kısa kesilmiş, yüz hatları savaşın köşeliliğiyle sertleşmiş, teni donuk ay ışığında mermer gibi parıldıyordu. Arne'nin ince omuzlarına dokunurken, gülümsemesiyle birlikte, sözleri geceye karıştı:

"Yakında döneceğim, Arne. İmparatorluk ordusu yaklaşıyor. Bu benim son savaşım olabilir. Eğer onları yenersek ve hayatta kalırsam... ben gelip babandan seninle evlenmeyi isteyeceğim."

Arne, gözlerini kaçırdı. Onun savaşmasını istemiyordu, ama aynı zamanda bir kuzeyli kızı olarak, Renoire'in onuru ve intikamı onun damarlarında da akıyordu. Babası zaten kuzey ordusuna yıllarca hizmet etmişti, kendisi gibi pek çok genç kızda kuzeyin isyanına katılmış ancak Arne'nin hiç silah tutacak gücü olmamıştı. Yine de kalbi onlarla savaşıyordu. Sven'in ise evlenebilmeleri için babasının onayını kazanmasının tek yolu, savaş alanından sağlıkla ve zaferle dönmesiydi.

Sven, Arne'nin saçlarına dokundu, alnına bir öpücük kondurdu. Ellerinin sıcaklığı, Arne'nin ince sırtında gezindiğinde, kalp atışları daha da belirginleşmişti. Ancak Arne, birden irkildi. Kulak kabarttı.

"Sven... bir ses duydum," dedi, sesi çok daha düşük ve çatallaşmıştı.

Sven, gölgelerin içinde ne varsa anlamak istercesine etrafa bakındı, kasları gerginleşmişti. "Hiçbir şey yok, Arne. Sadece rüzgâr..."

"Hayır," dedi Arne, sesi bu kez titriyordu. "Bu rüzgâr değil. Bu... bu bir hırıltı—AHHH!"

Bir anda, çalıların arasından fırlayan bembeyaz tüylü, kambur bir yaratık karanlığı yardı. Ay ışığında pırıltılar saçan postunun altında gerilen kaslar, sessizliği parçalayarak çığlığın nedenini kanla yazdı.

Yaratık dört ayaklıydı, her uzvunda kavisli, bıçak gibi pençeler vardı. Alt çenesinden dışarı uzanan iki uzun diş, salyasıyla birlikte gecenin soğuğunda buharlaşıyordu.

Yaratık durmadı. Tereddütsüzdü. Sadece hayatta kalmaya programlanmış bir vahşiliğin içgüdüsüyle Sven'in üzerine sıçradı ve boğazını tek bir hamlede parçaladı. Genç adam yere yığılırken, Arne'nin sarsılan bedeni titremeye başladı. Sonra gecenin uykusunu delip geçen o çığlık geldi. Öyle bir çığlıktı ki, , tüm köyün duyabileceği, taşların bile yankılayabileceği türdendi.

Orlaff geceleri genelde sessizdi. Ama bu gece... bu gece değildi. Camlar aralandı, kapılar gıcırdadı. Yorganlar altından kalkıldı, anneler uykulu çocuklarını susturmaya çalıştı. Sanki herkes aynı anda aynı soruyu soruyordu: "Ne oluyor?"

Ve Aries...

Aries zaten harekete geçmişti. Çığlığı duyar duymaz Ascart ve ailesi ile yediği yemek masasından kalkarak, elinde silahı olmadan dışarı fırlamıştı. Ama onun için bu bir eksiklik değildi. İçinde kaynayan mana, damarlarında çırpınan bir öfke gibiydi. Ay ışığında soluklaşan yüzü, sanki tanrısal bir figüre dönüşmüş gibiydi. Mor gözleri geceyle bir olmuş, çevresini karşısındakilere yabancı kılıyordu.

Dört yaratık. Bembeyaz postlarıyla karanlığa aykırı parlayan, kambur, uzun yapılı, kırmızı gözlü dört yaratık. Biri Sven'in cesedini parçalıyordu, diğeri Arne'nin bacaklarını kemiriyordu. Genç kız hala yaşıyordu ama bilinci kapalı görünüyordu. Diğer ikisi ise Aries'i gördüğü anda harekete geçti.

Zekiydiler. Biri dikkat dağıtmak için doğrudan saldırdı, diğeri arkadan yaklaşıyordu. Ama Aries, yıllar boyunca o karanlık mağarada yüzlerce vahşi yaratığa karşı hayatta kalmaya çalışırken, bu tarz oyunların hepsini öğrenmişti. Sol elini kaldırdı. Önündeki yaratık bir anda mor ve siyah alevlerle kaplandı. Bu, Kaos aleviydi. Kızgınlıkla Şekillenmiş, düzenin karşısında yanan bir kudretti. Alevin içinde yaratığın çığlığı duyulamadan kasları yanıp eridi.

Arkasından gelen diğerini ise boynundan kavrayarak tek bir hareketle boynunu kırdı.

Geri kalan ikisi, kanla yıkanmış şehvetlerinden sıyrılıp Aries'e döndü ama geç kalmışlardı. Aries dizlerini bükerek yere bastı. Elleriyle toprağa dokundu. Göğsünden çıkan mana, yeraltında yankılandı. İki yaratığın üzerinde ezici bir baskı oluştu. Toprak titredi. Hava çınladı. Yaratıkların kemikleri, içe doğru katlanarak büyük bir inlemeyle kırıldı. Sessizlik, yeniden geceye dönüştü ama artık temiz değildi.

Kan, buharlaşan karla birlikte toprağa karışırken, köylüler sokaklara çıkmaya başladı. Çoğu, yaratıkların artık bir tehdit olmadığını görünce yaklaştı. Gözler Aries'e çevrilmişti ama kimse yaklaşmaya cesaret edemiyordu.

Köylüler yaratıkları es geçerek, çığlığın kayağı olan Arne isimle kıza ve sevdiceği Sven'e koştular. Arne yeterli tedaviyle belki hayatta kalabilirdi ancak Sven çoktan ölmüştü.

Aries, genç kızın yanına giderek bir süre sessizce durdu. Gözleri açıktı Arne'nin, ama cam gibi donuktu. Bilinci yoktu. Soluk alışı zayıf, nabzı düzensizdi. Kaotik bir saldırıdan kurtulmuştu, ama ruhu hâlâ yaratıkların dişleri arasındaydı sanki. Aries elini uzattı; parmakları kızın alnına yaklaşırken, gözlerinde kararsız bir ağırlık belirdi. Yapabilirdi. En azından, onu ölümden döndürebilecek kadar şifa büyüsü yapabilirdi.

Ama yapmadı.

İstemediğinden değil. Aksine, fazlasıyla düşündüğü için… Şifa büyüsü, yalnızca bir büyü değildir; her büyü bir bedelle gelir, ama şifa... şifa, yaşama karşılık yaşam isterdi. Aries bunu biliyordu. Her büyücü az ya da çok bunu hissederdi, ama onun durumu farklıydı. Kanında başka bir şey vardı; başka bir güç, başka bir soy… Kaotik manayı ehlileştirmiş, aura ile büyüyü bir arada kullanabilmiş, saf manaya temas edebilmiş biriydi. Bu dünyada çoğu kişi yalnızca bir yönü seçerdi. Ama o, bütün yollarda da yürüyebilen bir istisnaydı.

Böyle bir güç çok fazla olduğu gibi, gücün kaynağı olarak da çok fazla öz mana yani yaşam gücü istiyordu. Bu kızı kurtarabilmek için harcayacağı o küçücük öz mana damlasını bile kaybetmeye hazır değildi. Gücünün her kırıntısına ihtiyacı vardı.

Ayrıca kendini telaşlı ve korkmuş olan bu insanlara ifşa etmek istemiyordu. Bu köylüler masumdu, evet; ama masumiyet, tehlikeyi anlamaktan alıkoymazdı. Güç gösterisi, güven getirmezdi.

Ardından, başka bir karar verdi. Bu kızı kurtarmak için bir şey yapamasa da bu köyü korumak için bir şeyler yapabilirdi. Ancak bunu, herkes evlerine dağıldıktan sonra yapabilirdi.

Aries bu düşünceler içindeyken yaşlı bir adam ona yaklaştı.

''Genç adam, bugün yaptığın şeyler inanılmazdı. O canavarları öldürmemiş olsaydın, belki daha fazla insan belki de tüm köy katledilebilirdi. Bu köyün şefi olarak yaptıkların için sana minnettarız. Ancak görüyorum ki bizim köyümüzden değilsin, bize… kim olduğunu söyleyebilir misin?''

Yaşlı adam gerçekten minnettar gibi gözükse de gözlerinde bir şüphe vardı. Şüpheci gözleri direkt olarak Aries'in gözlerine bakıyordu. Mor gözlerine…

''Renoire ve diğer iki kuzey krallığında bile, herkes bilir ve saygı gösterir mor gözlere."

Aries, Ascart ile olan konuşmasını hatırladı ve adama şüpheyle baktı. Ancak kötü bir niyet sezmiyordu. Tıpkı evini ona açan Ascart gibi, bu adamın da gözlerinde bir merak, bir beklenti ve umut vardı.

Aries adama cevap vermek istemiyordu. Neyse ki son anda onun yardımına biri yetişmişti.

''O bir gezgin maceracı, Maeril. Benim misafirim.''

Ascart ikiliye yaklaşarak köyün şefi olan adama Maeril ismiyle seslenmişti.

''Oh Ascart. Demek senin misafirin… Anlıyorum. O halde sorulacak başka bir şey yok. Sana hepimiz minnettarız, genç adam. Umarım yarın özel olarak görüşebiliriz, Ascart.'' Dedi ve Ascart'ın cevabını beklemeden ayrıldı adam.

''Sana söylemiştim, burası Güney toprakları değil. Burada herkes bilir ve saygı gösterir mor gözlere. Daha fazla saklanamazsın… Ayrıca, çoktan bunu kabullenmedin mi? Bir kral olarak, vatandaşlarını canavarlardan korumadın mı az önce?'' Ascart, ileri gittiğini, bu genç adamı zorladığının farkındaydı, ama tüm kuzeyin kaderi de bu adamın omuzlarındaydı. Yıllar sonra, nihayet kraliyet soyundan, saygıdeğer kraliçenin soyundan bir kişi hayatta kalmış ve Renoire topraklarına, kuzeye, evine geri dönmüştü. Onu öylece bırakamazdı. Bu genç adamı ne olursa olsun ikna etmeliydi.

Yaşadığı onca şey onu ne kadar değiştirirse değiştirsin, o kutsal bir soydan geliyordu. Kaderi bu topraklara hükmetmekti ve bu toprakların en ihtiyaç duyduğu şey ise, kraliçenin soyundan gelen bir hükümdardı. Nasıl olurda gelecekteki kralını başı boş bırakabilirdi?

Aries, ifadesiz bir şekilde Ascart'a baktı. Şimdi düşününce bu adama ne diyeceğini bilmiyordu. Nasıl hitap etmeliydi? Ascart diyemezdi çünkü yaşlıydı. Bu saygısızlık olurdu. Her neyse, bu tarz şeyleri fazla düşünmeye gerek yok, yaşlı bir adama yaşlı adam demekte bir sorun olmamalı diye düşündü Aries.

''Yardımın için teşekkür ederim, gerçi senin de o adamdan bir farkın yok gibi, yaşlı adam. Bana illa o tacı taktıracaksın sanırım.''

Gülümseyerek minnetle başını eğdi Ascart.

''Çığlığı duyar duymaz masadan kalkıp fırlayacağını düşünmezdim. Her yardım isteyene yardım ediyormuşsun gibi gözükmüyordun. Dediğim gibi, belki de gerçekten de öylesindir veya buranın insanlarına, senin insanlarına, vatandaşlarına karşı ayrı bir tutumun vardır, kim bilir.'' Ascart bu sefer hiç gizlemeden sırıtıyordu.

''Her neyse, bu gibi canavar saldırıları sık olur mu?'' diye sorarak konuyu değiştirdi Aries.

''Şey, daha önce de dediğim gibi, Elnar duvarındaki gedik yüzünden yaratıklar daha sık belirmeye başladı, köyün yakınlarında da birkaç tane vardı ancak ilk kez köye girdiler. Bölge de İsyancı ordusu ve çok sayıda maceracı var. Ayrıca duyduğuma göre Vanmark'ta bir Psiforr belirmiş bu yüzden de bölgedeki büyücü sayısında büyük artış oldu. Bu sebeple canavarlar bölgede yayılamadan avlanıyorlardı.''

Aries, Vanmkart'a ki Psiforr dendiğini duyunca aklına hemen Eudora geldi. Bir süredir düşünmediği, Eudora'nın sözleri tekrar zihnin de belirmeye başladı. O esnada ise kaşları çatıldı. Burada oyalanamazdı. Cevap bulması gereken çok fazla şey vardı. Zaman onun için şu an bir lükstü. Ancak bu insanları, ona evini açan, yemeğini paylaşan insanları da bu şekilde bırakmak istemiyordu.

Bu sebeple, daha önceden düşündüğü ve yapmaya karar verdiği şeyi yapacaktı. Daha sonra da buradan ayrılarak Elnar'a gidecekti. Evet, ailesinin intikamı, Renoire krallığı ve tacı önemliydi. Ancak Aries için şu an en önemli şey cevaplardı.

''Anladım, elimden bir şey gelir mi bakacağım, belki köyü korumak için bir şeyler yapabilirim. Sen eve git, hava soğuk ve yaratıklar kol geziyor. Senin gibi bir yaşlı adam için tehlikeli olabilir. Ben bir süre daha burada kalacağım, işim uzun sürebilir.'' Dedi Ascart'a ve zıt yöne doğru yürümeye başladı. Ne yapacağını düşünmüştü ancak nasıl yapacağını bilmiyordu. Mana kontrolü fena sayılmazdı ancak hala yeterince hassas şeyler için yeterli kontrolü yoktu. Ki az sonra yapacağı şey de oldukça yoğun bir mana kontrolü gerektiriyordu. Sıradan mana da değil, mananın ana kaynağı olan saf manayı kontrol etmesi gerekiyordu.

Saf mana, yaratılışın kaynağıydı ve sıradan insanlar onu kontrol etmeyi hayal dahi edemezlerdi. Belki 10 halkası veya daha fazla halkası olanlar başarabilirdi ancak bu yine de zor olurdu. Tanrılar bile tam olarak saf mana üzerinde yeterli hakimiyet kuramıyordu. Ancak bir sebeple Aries hem saf manayı hem de saf mananın zıttı olan kaotik manayı kontrol edebiliyordu. Endoril de bunun da sebebini öğrenebileceğini düşünüyordu.

Aries yürürken, köylüler evlerine dağıldı, yaralı kız evine götürülürken, ölen gencin cesedi ise, şimdilik köyün meydanında muhafaza edildi, gün ağardığında cenazesi düzenlenecekti.

Bir saat sonra ne yapması gerektiğine dair tüm planlamasını bitirerek köyün girişi olan yolun oraya gitti. Girişe vardığında gözlerini kapatarak birkaç saniye odaklandı. Çekirdeğindeki mana uğultuyla yankılanmaya başladı. Ellerini toprağa koydu ve buzla kaplı toprak bir an direndi. Ama sonra, saf mananın baskısı altında kıvrıldı. Kökleriyle, kaya damarlarıyla, mineralleriyle...

Toprağı kaldırdı, bastırdı, şekil verdi. Her santimi düşünülerek örülmüş bir çember gibi, köyün çevresine üç metre yüksekliğinde, bir metre kalınlığında bir set ördü. Kusursuz değildi; üzeri pürüzlü, köşeleri çatlak, kimi yerde eğimliydi. Ama bir sınırdı. Bir niyetin, bir iradenin fiziksel hâli. "Buraya kadar" diyen bir duvardı.

Hissettiği ağır yorgunluk Aries'i kendisine getirdi. Sahip olduğu 9 halka ona hem fiziksel hem de büyüsel olarak insan üstü bir güç ve dayanaklılık sağlıyordu. Bu sebeple normal insanlara göre daha az acıkıyor, uyuyor ve yoruluyordu. Ancak mana kontrolünde yeterince iyi olmaması sebebiyle tüm gece boyunca bu duvarı oluşturmak onu oldukça yormuştu.

Aries yorgunluğu üzerinde hissederken, güneş yeni yeni doğmaya başlamıştı. Bugün ayrılmayı düşünmüştü ancak, belki Bugün de dinlenip, yarın sabah ayrılmak daha iyi olabilirdi.

Bunu düşünüp karar verdikten sonra misafir olduğu Ascart'ın evine doğru yola koyuldu.

 

More Chapters