WebNovels

Chapter 46 - Bölüm 46 - Yol Ayrımı

 

O uğursuz günün üzerinden haftalar geçmişti; ancak Rona, o kadının görüntüsünü hâlâ zihninden silememişti. Bazen geceleri, uyku ile uyanıklık arasındaki o ince çizgide, beyaz saçlarının solgun dalgalarını, oyulmuş göz çukurlarını ve karnında açılmış karanlık boşluğu yeniden görüyordu. Her hatırladığında, midesinde yükselen bir bulantı dalgası boğazına kadar tırmanıyor, titrek elleriyle yatağın kenarına tutunmak zorunda kalıyordu.

Usta Ogmios onu ilk çağırdığında, açığa çıktığını sanmıştı. Ancak ustası, o karanlık laboratuvar keşfinden tek bir kelime bile etmemişti. O gün, Ogmios yalnızca Kara Büyü Kulesi'yle bir iş birliği gerektiği için habersiz bir şekilde oraya gitmiş, Aries'in izini sürmek amacıyla ortak bir çaba göstermeleri gerektiğini belirtmişti.

 Bir zamanlar büyü kuleleri onurlu bir tarafsızlığa sahipti. Herhangi bir ülkeyle siyasi bir ilişkiye girmezler, sadece büyüye ve büyücülere hizmet ederlerdi. Fakat Renoire Krallığı'nın istilasına katılarak bu tarafsızlığı bozan Beyaz Büyü Kulesi tüm itibarını yitirmişti. O zamandan beri diğer tüm büyü kuleleri, Beyaz Kule'yi yalnız bırakmıştı.

Ama şimdi ustasının bir şekilde kara büyü kulesi ile iletişime geçmesi şaşırtıcıydı...

Şimdi bir kez daha, usta Ogmios Rona'yı odasına çağırmıştı.

Haftalar boyunca ustasıyla defalarca görüşmesine rağmen, her seferinde içinin derinliklerinde aynı korku kıvranıyordu. İçten içe, bir gün, o gizli laboratuvara izinsiz girdiğinin hesabının sorulacağını hissediyordu. Ancak beklediği o yargı günü hâlâ gelmemişti.

O sabah da diğer günler gibi başlamıştı. Günlük rutin eğitimlerini tamamladıktan sonra, hamamda bedenindeki yorgunluğu biraz olsun atmıştı. Üzerine sade bir cübbe geçirip, Ustasının yanına gitmek üzere kulede yükselen taş merdivenlere adım attı.

Son zamanlarda İmparatorluk'un içinde fırtınalar kopuyordu. Birkaç gün önce gelen haberlere göre, Gallant Lejyonu, Aries'in kara elflerden oluşan ordusunu Sapharyn Vadisi'nde bozguna uğratmıştı. Halk, meydanlarda zafer şarkıları söylese de Rona gerçeğin farklı olduğunu biliyordu.

Bu zafer, özellikle yerel lordlar ve auxillia birliklerinin sahipleri için ağır bir darbeydi. Onlar, savaşın yükünü taşıyanlardı. Binlerce adamı kaybetmişlerdi; paralı askerleri, köylülerden devşirilen askerleri, yılların emeğiyle oluşturdukları yerel birlikleri... Hepsi vadinin toprağına gömülmüştü. Lejyon ise neredeyse hasarsız dönmüştü. Bu, büyük bir öfkeye ve içten içe kaynayan bir huzursuzluğa neden oluyordu.

İmparator, kayıpları telafi edeceğine söz vermişti. Ama herkes biliyordu ki, kırk bin adamı toplamak yalnızca parayla mümkün değildi. İnsan gücü bu kadar çabuk yetişmiyordu. Hele bu karmaşık ve tehlikeli dönemde...

Rona tüm bunların farkındaydı. Ancak küçük bir köyde büyümüş biri olarak, ona göre bunların hepsi yalnızca güçlülerin kendi iç hesaplaşmalarıydı.

Gerçek dünyada, sıradan insanlar için önemli olan şey başkaydı: aç kalmamak. Sabahın erken saatlerinde tarlalarda çalışmak, akşam güneş batarken bir lokma ekmek bulabilmek... İster kral ister dük ister imparator olsun; onların savaşları, halkın çamur dolu yaşantısına yalnızca yeni acılar ekliyordu.

İmparatorluğun kaybettiği binlerce asker, Rona için yalnızca isimsiz ruhlardı. Üzülüyordu, evet... Ama bu üzüntü, onları hatırlamaya yetmiyordu. Ölüler, siyasetçilerin satranç taşlarından başka bir şey değildi.

Büyü Kulesi'ne adım attığı ilk günden beri, gerçek dünyanın ne kadar adaletsiz olduğunu öğrenmişti. Öğrendikçe tiksinmiş, ama buna karşı koyacak güce sahip olmadığını da anlamıştı.

Ve işte bu yüzden, durmaksızın çalışıyordu.

Her gün, her saat, kendi gücünü artırmak için çabalıyordu. Beşinci mana halkasını oluşturmak, onun için yalnızca bir hedef değil, varoluşunun gereğiydi. Ve bu hedef, sadece bir başlangıçtı.

Kendi kaderini tayin edebilmesi için daha fazlasına ihtiyacı vardı.

Tüm bu düşünceler arasında, Rona adımlarını hızlandırarak ustasının odasına yaklaştı.

Taştan koridorlar, adımlarının yankısıyla dolarken, ağır meşe kapının önünde durdu. Derin bir nefes aldı, zihnindeki tüm düşünceleri susturmak istercesine bir anlığına gözlerini kapattı.

Sonra elini kaldırdı.

Ve kapıyı üç kez, tereddütsüzce çaldı.

İçeri girdiğinde, ustasını her zamanki gibi çalışma masasının başında buldu. Ogmios'un yüzü, önündeki parşömene eğilmişti; zarif ve hızlı bir şekilde bir mektup yazıyordu.

Kalemin ucundan çıkan hışırtı dışında oda sessizdi.

"Biraz bekleteceğim, Rona," dedi Usta Ogmios, başını bile kaldırmadan.

"Evet, usta," diye fısıldadı Rona, hafifçe başını eğerek.

O günden beri, yani o uğursuz laboratuvardan beri, Rona istemsizce ustasından çekiniyordu. Bu çekingenlik, her buluşmalarına görünmez bir mesafe yerleştirmişti. Ancak ustasının bunu umursadığına dair en ufak bir işaret yoktu. Sanki her şey her zamanki gibiymiş gibi davranıyordu.

Fakat Rona hissediyordu: Ogmios değişmişti.

Kara Büyü Kulesine yaptığı o gizemli ziyaretten sonra, sanki aralarındaki bağda göremediği ama hissettiği derin bir çatlak oluşmuştu.

Yine de ustasına duyduğu saygı ve hayranlık değişmemişti.

Ogmios, sadece Helios'un değil, tüm kıtanın en güçlü büyücülerinden biriydi; gücü ve bilgeliğiyle zirveye ulaşmış bir figürdü.

Rona onun öğrencisiydi.

Kıvançla taşıdığı bir unvandı bu.

Ustası, bugüne kadar ne ona ne de diğer çıraklarına kötü davranmıştı. Özellikle de Rona gibi büyük potansiyel gösteren öğrencilerine, öğretilerini gizlemeden, adilce aktarmıştı.

Ancak... yine de...

O ceset.

Rona'nın zihninde, 22. kattaki o sahne bulanık bir yara gibi sızlıyordu.

Gerçekçi olmak gerekirse, büyünün doğası gereği araştırma ve keşif kaçınılmazdı. Büyü kullanamayanlar, dünyayı bilimin soğuk elleriyle kavrarken, büyücüler mananın sonsuz denizinde yüzüyordu.

Tıp, inşaat, savaş teknolojileri, günlük hayatın en ufak aletleri... hepsi büyünün mucizeleriydi.

Ve büyü gelişmek zorundaydı.

Bu uğurda kadavralar üzerinde çalışmak, teoride anlaşılır bir pratikti.

İnsan bedeninin sırlarını çözmek, yeni büyülerin kapılarını aralayabilirdi.

Ama işin içine duygular karıştığında, işin rengi değişiyordu.

Büyüye hizmet adına bile olsa, bir insan bedenine böyle bir soğukkanlılıkla davranmak...

Rona'nın içi buna razı olamıyordu.

Evet, büyü büyüydü.

Büyü kuleleri, insanlık sınırlarını aşmak için vardı.

Ancak... yine de...

Orada yatan kadının bir hayatı vardı.

Anıları vardı. Belki sevenleri... belki de bekleyen bir ailesi vardı.

Ve şimdi, o insan sadece bir deney malzemesinden ibaretti.

Rona içten içe sordu kendine:

"Bu doğru mu? Gerçekten doğru mu?"

Belki de kendisi hatalıydı.

Belki de büyücü olmak için, bu duygularını geride bırakması gerekiyordu.

Ama yine de...

İçinde kıvranan ses susmuyordu.

Ya o kadının ailesi hâlâ hayattaysa?

Ya biri onu hâlâ bekliyorsa?

Rona gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.

İçinde cevap veremediği binlerce soru yankılanıyordu.

Ve tam o anda, Ogmios'un sesi tekrar odayı doldurdu.

Sakin, her zamanki gibi ölçülü bir tonda.

"Yine düşüncelere dalmışsın, Rona," dedi Ogmios, mektubu zarfa yerleştirirken gözlerini nihayet kaldırarak. Sözleri yumuşak ama doluydu; tıpkı bir öğretmenin, öğrencisinin zihnindeki fırtınayı sezdiği o eski anlar gibi.

Rona irkildi. Ustasının bakışları üzerine ağır bir örtü gibi serilmişti. Bir an için nefesi kesildi; sanki çıplak bir gerçeğin karşısında savunmasız kalmıştı. İçinde yankılanan tek düşünce vardı: Laboratuvara girdiğimi biliyor. Ne zamandır farkındaydı? Ne kadar zamandır... beni izliyordu?

Ogmios, sandalyesinde hafifçe geriye yaslandı. Kalın pelerininin kenarı yere sürtündü. Sakin bir sesle devam etti:

"Çoğu büyücü, özellikle senin kadar genç olanlar, büyünün gerçek doğasını kavradığında bu evreden geçer, çocuğum."

Rona'nın kalbi hızla atıyordu. Ogmios'un sesi güven vericiydi, ama içerdiği hakikat, içini titreten bir soğukluk taşıyordu. Ona hayran olmak istiyordu; ustası gibi bilge ve güçlü bir figürün doğruluğuna inanmak istiyordu. Ancak içinde, titrek bir mum gibi yanan ahlaki ses, bu sözlerin ardındaki karanlık gerçeği inkâr edemiyordu.

"Dinle, Rona. Sana kızmıyorum. Biz büyücüler, mana çekirdeğimizi oluşturduğumuz andan itibaren, dünyaya farklı gözlerle bakmaya başlarız. Merak... büyücünün ilk ve sonsuz öğretmenidir. Ustan olarak, senin bu etik ve ahlaki sorgulamalarını düzeltemem. Bu bir kusur değil; bu, bir yol ayrımıdır. Kendi cevabını sen bulacaksın. Ancak bilmelisin ki, büyü yolunda ilerlersen... daha kötü şeylerle de karşılaşacaksın. Çok daha kötüleriyle."

Ogmios'un sesi, yerin derinliklerinden gelen bir fısıltı gibi ağırlaştığında, Rona'nın içindeki çatışma daha da derinleşti. Aklının bir köşesi, ustasının sözlerinde mantıklı bir doğruluk buluyordu. Dünya, masumlar için tasarlanmamıştı. Ancak kalbinin derinliklerinde, büyünün yolunda ilerlemek için insan olmanın özünü feda etmek zorunda kalmaktan korkuyordu.

"Büyü," dedi Ogmios, usulca, "insanoğlunun henüz tam anlamıyla keşfedemediği bir güç. Şeytanlar... Elfler... ve büyünün yaratıcıları Psiforr'lar... Onlarla kıyaslandığımızda, bizler sadece emekleyen çocuklarız."

Bu sözler Rona'nın omuzlarına görünmez bir yük bindirdi. Ustasının haklı olduğunu bir yanıyla kabul ediyordu. İnsanlık gerçekten küçüktü; acizdi. Ama başka bir yanı, insanlığın büyüsünün yalnızca güç değil, aynı zamanda merhamet, şefkat ve onur olduğunu haykırıyordu. Güçlenmek... evet. Ama bu, ruhunu kaybetmek pahasına mı olmalıydı?

Ogmios hafifçe doğruldu, derin ve sarsıcı bir bakışla Rona'nın gözlerinin içine baktı.

"Söyle bana, Rona," dedi, sesi şimdi daha keskin, daha netti. "Bu kıtada, benim gibi kaç tane 8. Kademe insan var? Beş mi? Altı mı?"

Rona başını öne eğdi. Cevabı biliyordu. Çok azdı. Bir elin parmaklarını bile aşmazdı. Bu gerçek, içinde bir başka çatlak daha açtı. Güçsüzdüler. Dünya, güçsüz olanlara asla acımazdı.

"Şimdi düşün," dedi Ogmios. "Kendanor'un ötesinde elfler arasında onlarca 8. kademe var. bir kaç tane de 9. Kademe büyücüye sahipler. Şeytanlar... binlerce yıldır hiçbir iblis bu kıtada gözükmese de onlar büyüyü elflerden de biz insanlardan da daha kusursuz kullanıyor. Ve sonra Psiforr'lar... Bizim gibi 8. Kademe büyücüler, tüm bir imparatorluğun gözünde saygı görürken... Psiforrlar için yalnızca hizmetçiden ibaret. Evet, Rona. Bizler, onların gözünde sadece hizmetkarız."

Sözleri odada yankılandı; ağır ve inkâr edilemez bir gerçeklik gibi.

Rona'nın ruhu ikiye ayrılıyordu. Ustasının her sözüyle hayranlığı güçleniyor, içindeki şüphe ise daha da büyüyordu. Güçsüz kalmak istemiyordu. Ancak bir hizmetkar gibi yaşamak da istemiyordu. O, kendi kaderini kendi elleriyle şekillendirmek istiyordu.

"Ben de dahil pek çok büyücü için Seria bir cennet Psiforr'lar ise büyünün tanrılarıdır. Biz insanlar çok zayıfız," diye devam etti Ogmios, sesi sanki duvarlara kazınıyordu. "Ve güçlenmeliyiz. Etiğin ya da ahlakın sınırlarını umursamıyorum. Çünkü biliyorum ki, insanlık hayatta kalacaksa, bu sınırları yıkmak zorunda kalacağız. İnsanoğlunu korumak... işte tek gerçek davam bu."

Rona'nın gözleri bir an için boşluğa baktı. Kendi içinde bir fırtına kopuyordu. Ustasının amacı saf görünüyordu; insanlığı korumak... Ancak yöntemleri? Ya insanlığı korumak için insan olmayı kaybederlerse? O zaman geriye ne kalırdı?

Ogmios'un yüzü bir an için, sonsuz bir kararlılığın maskesi gibi dondu.

"Senin benim gibi düşünmen gerekmiyor, Rona," dedi daha yumuşak bir tonda. "Ben senin ustanım. Seni eğiteceğim. Seni, insanlığın en güçlü figürlerinden biri yapacağım. Bir gün, yollarımız ayrılsa bile... bir gün bana karşı çıksan bile... Sen insanlığını koruduğun sürece, insanoğlunun kaderini taşıdığın sürece... ben görevimi yerine getirmiş olacağım."

Son sözlerini söylerken, sesi neredeyse hüzünlü bir vakar taşıyordu.

"Tek istediğim şey... insanlığın güçlenmesi. Güven içinde yaşayabilmesi. Bunun için, en büyük tehditlerle yüzleşebilecek güce sahip olmalıyız. Bu yüzden, güçlen çocuğum. Yaşa ve güçlen. Çünkü ancak güçlü olursan, bir gün bu dünyanın ağırlığını omuzlarında taşıyabilirsin. Ve belki de o zaman... gerçek bir barış inşa edebiliriz."

Rona başını hafifçe salladı, fakat kalbinin derinliklerinde sessiz bir yemin etti.

Ben... ben ustam gibi olamam.

Ben kendi yolumu bulacağım.

Gözleri yere sabitlenmişken, avuçlarının içinde beliren gizli bir kararlılık tomurcuklanıyordu. Güçlenecekti, evet. Ama bir gün, kendi ışığını bulacak ve hangi yolda yürümesi gerektiğine kendisi karar verecekti.

Ve belki de... o zaman gerçek anlamda özgür olacaktı.

"Ben... Kendi yolumu bulacağım, usta," dedi Rona.

Sesinde bir zamanlar ürkekçe titreyen o çocuksu korkudan eser yoktu artık.

Sözleri, saf ve keskin bir kararlılıkla döküldü; gözleri, ustasının üzerine dikilmiş, sarsılmaz bir meydan okuma taşıyordu.

Ogmios, uzun yılların getirdiği bilgelikle bu anın kıymetini derinden kavradı.

Öğrencisinin bakışlarına karşılık verirken, gözlerinde hem bir öğretmenin sessiz gururu hem de kaçınılmaz bir vedanın hüznü parladı.

Ben de bir zamanlar böyle dikilmiştim...

Kendi yolumu aramış, dünyaya kendi adımlarımla meydan okumuştum.

Ama o yolda yürürken, ardımda neleri bırakacağımı bilmiyordum.

İç çekişi yüzüne hafif bir tebessüm olarak yansıdı.

"Daha fazlasını isteyemezdim, çocuğum," dedi, sesi rüzgârda savrulan eski bir şarkı gibi yumuşaktı.

Sonra, tonunda ciddi bir ağırlık belirerek devam etti.

Artık Rona'ya yeni bir yük vermesi gerektiğini, o da en az öğrencisi kadar biliyordu.

"Şimdi... seni niçin çağırdığıma gelirsek, Rona. Sapharyn'deki zafer haberlerini duymuşsundur. Halk zafer istiyordu... ve biz, onlara istediklerini verdik."

Sözleri, galip bir komutanın ağzından çıkıyor gibiydi, fakat içinde zaferin bile taşıdığı yorgun bir burukluk vardı.

"Fakat..."

Sesi hafifçe çatladı,

"...bundan önce kuzeyde bir yenilgi aldık. Bunu gizli tuttuk."

Ogmios kısa bir duraksamayla başını eğdi.

Sanki boğazında bir ağırlık düğümlenmişti; kelimeleri çıkarırken bile acı çekiyordu.

Kayıp... Bazı acıların adı yok.

"Morgana ve Jaksen, Larkan'a ulaştılar. Ancak vardıkları gece kuzeyli isyancılar tarafından baskına uğradılar."

Sözlerinin arasına bir gölge düştü.

"Kayıplarımız var. Telafi edilemeyecek kadar büyük değiller... ama..."

Burada sesi daha da kısıldı.

"Şifacılarımızı kaybettik, ayrıca çok sayıda büyücü öldü. Büyücüleri bir şekilde yeniden yetiştirebiliriz. Ama şifacıların kaybı bize oldukça pahalıya patladı."

Rona'nın kalbi ansızın ağırlaştı.

Şifacılar savaşmazlardı, sadece hayat kurtarırlardı. Bu uğurda kendi hayatlarını feda ederlerdi. Bu tüm kıtada ırk gözetmeksizin yazısız bir kuraldı, şifacılara asla dokunulmazdı. Tüm kıtada bilinen şifacı sayısı üç binden daha azdı. Yarım milyon büyücü ve yüzlerce milyon insan nüfusuna kıyasla çok azlardı.

Ogmios bir an için gözlerini kapattı, sonra derin bir nefesle kendini toparladı.

"Bu yüzden seni göndereceğim. Arkadaşın genç kahraman ve General Morgananın yanına gideceksin. Seninle beraber iki Şifacı ve bir düzine büyücü ile şövalye de olacak."

Sonra, Rona'nın yüzüne ciddi bir bakışla eğildi.

"Beşinci halkanı oluşturmaya çok yaklaştın, Rona.

Bu görev, seni sınırlarına taşıyacak. Belki de... onları aşmana izin verecek."

Ogmios hafifçe başını eğdi; sanki bir itirafta bulunacakmış gibi.

"Sana bir zamanlar bir Şifacı olamayacağını söylemiştim. Ama yanıldım."

Yüzünde sıcak, hüzünlü bir gülümseme belirdi.

"Senin içinde büyüyen şey... gerçek bir şifacının ışığı."

Sesi, son bir kez daha derinleşti.

"Git. Eğer şifacı olmak istiyorsan, ol, Rona.

Ve unutma... bu yol artık senin kendi yolun."

Rona'nın içinde bir şey daha doğdu:

Sıcacık bir isyan.

Öğretilmiş korkuların, başkalarının seçtiği yollara boyun eğmeyen bir irade.

Ben kendi ışığımı bulacağım.

Ben yalnızca onların öğrettiklerinden ibaret değilim.

İçinde kabaran duyguları sessizce bastırarak başını onaylarcasına eğdi.

Ogmios, bu küçük ama anlam dolu jesti gördüğünde, sesi daha yumuşak bir tona büründü:

"Hazırlan. Yarın sabah yola çıkıyorsun."

Ve ikisi de kalplerinin derinliklerinde, artık bir dönemin sessizce sona erdiğini biliyordu.

 

More Chapters